İSTANBUL
Usta oyuncu Jude Law “bu çok sevilen karakteri” oynamanın belirli zorlukları olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: “Bu Dumbledore’u hepimizin tanıdığı Dumbledore’dan ayırmanın kilit öneme sahip olduğunu biliyorduk. Bu filmde onlarca yaş genç olmasına rağmen çok deneyimli… ama öğrenmesi gereken çok şey de var. Yetenekli bir büyücü ve iyi bir adam olsa da, onun aynı zamanda sorunlu biri olduğunu unutmamamız önemliydi; sırları ve kusurları var, hepimizin olduğu gibi. Ben onun arsızlığını da seviyorum —zekası onun bir şekilde anarşist ve isyankar olmasına olanak tanıyor. Bu giriftliği ve ayrıntıları katmanlandırabilmek beni fazlasıyla besledi. Ama yaptığım şeylerin çoğunu Jo’yu gerçekten dinleyerek başardım. Kendisi zaman ve içgörülerini paylaşma konusunda olağanüstü cömertti. Kendi yaratımına duyduğu tutku ve muazzam sorumluluk anlayışı bulaşıcıydı”.
Yazar ve filmin senaristi Rowling, diğer oyunculara olduğu gibi, Law’a da karakteriyle ilgili çok önemli ayrıntılar verdiğini şu sözlerle belirtiyor: “Daha onu ilk gördüğümüz andan itibaren Dumbledore’un taşıdığı yükü Jude’un bilmesinin önemli olduğunu düşündüm. O bilgi olmadan, insanların hayatlarıyla oynuyormuş gibi görünen bir Dumbledore portresi çizerdi. Oysa, Dumbledore öyle biri değil. Esasen, onun biraz eğlenmesinin mizahi bir yanı var. İşler ne kadar kötüleşirse kötüleşsin, Dumbledore’un o biraz afacan yanı her zaman var olmaya devam ediyor. Jude da bunu harika bir şekilde yansıttı”.
Yates’e göre, Law rol için doğru seçim olmasını sağlayan belirli niteliklere sahip. “Her şeyden önce, son derece sevimli, oldukça kurnaz ve gözünde Dumbledore’unkiyle aynı parıltı var” diyor yönetmen ve şöyle ekliyor: “Ama hepsinden önemlisi, bir tür doğal zarafete sahip. Dolayısıyla, müthiş bir aktör olmasının ötesinde, onun mükemmel Dumbledore olmak için gerekli tüm niteliklere sahip olduğunu düşündüm”.
Rowling de şunları ekliyor: “Bu filmde, Dumbledore’u büyük ölçüde Newt Scamander’in gözlerinden görüyoruz. Newt onun sırlar saklamasını ve insanları manipüle etme eğilimini eleştiren az sayıda kişiden biri. Öte yandan, Dumbledore’a büyük saygı duyuyor çünkü o hem en sevdiği öğretmeni hem de yaşayan en büyük büyücülerden biri. Çok ilginç bir ilişkileri var ama bu ilişki, Dumbledore’un Harry Potter’la ilişkisinden çok farklı. Newt ile Dumbledore’unki bir denkler ilişkisi”.
Redmayne’in de benzer bir bakış açısı var ve bakış açsını “Newt, Dumbledore tarafından manipüle edildiğini fark ediyor ama kendini kullandırmayacak kadar kurnaz olduğu için, Dumbledore’dan şeffaflık istiyor. İşte bu noktada şartlar eşitleniyor. Dumbledore ihtiyacı olan şeyi ancak Newt’un yetenekleri sayesinde ve dostluklarına güvenerek elde edebilir” sözleriyle ifade ediyor.
Dumbledore, Newt’tan Credence’ı bulmak için Paris’e gitmesini rica eder çünkü Grindelwald’ın da kendi amaçları doğrultusunda kullanmak üzere Credence’ın peşine düşeceğini bilmektedir. Belki de güçleri Grindelwald’ınki kadar muhteşem olan tek büyücü kendisidir. “Aslında, Grindelwald’ın karşısına çıkacak en bariz seçenek Dumbledore” diyen Law, şöyle devam ediyor: “İnanıyorum ki, şartlar farklı olsaydı, Dumbledore bu düelloyu kabul ederdi ama şu an için Newt’a bel bağlamak zorunda. Albus herkesten üç hamle önde olan türde insanlardan biri. Bu yüzden de, cesur ve güçlü ahlaki değerlere sahip Newt’un nihayetinde doğru seçimi yapağını biliyor”.
Dumbledore’un şahsen Grindelwald’a saldırmamasının bir nedeni vardır. Bu, geçmişte gömülü bir sırdır.Yani Newt’a açmadığı bir sır…
Yönetmen Yates sırlı durumu ise şöyle açıklıyor: “Dumbledore ile Grindelwald gençken tanışıyor ve dünyanın nasıl işlemesi gerektiğine, orayı nasıl daha iyi bir yer yapabileceklerine dair bir felsefe ve ideoloji paylaşıyorlar. Bir süre, birbirlerini cesaretlendiriyor ve teşvik ediyorlar ama sonunda yolları ayrılıyor. Yine de, o ilişkide her ikisi için de zorlayıcı olarak kalan bir şey var”.
Heyman da şunu ekliyor: “Dumbledore’un bu adamla bağının hâlen çok net bir şekilde var olduğunu duyumsuyorsunuz. Bir kayıp ve pişmanlık hissi var. Buna rağmen, Grindelwald’ın dönüştüğü insanı ya da seçtiği yolu beğenmiyor. Fakat onu durdurabilecek konumda değil”.
İlk “Fantastik Canavarlar” filminin sonunda Grindelwald olarak gözüken Johnny Depp, yeni filme ismini veren role bürünme fırsatından büyük memnuniyet duyduğunu ifade ediyor: “David Yates, David Heyman ve J.K. Rowling tarafından bu dünyaya davet edilmekten daha büyük bir onur düşünemiyorum. Kendisine o kadar büyük hayranlık duyuyorum ki J.K.’in muhteşem hikayelerinden birinde herhangi bir rol için düşünülmüş olmayı büyük bir iltifat kabul ettim. Fikir ortaya ilk çıktığında, Jo’yla saatlerce konuştuk. Beni en hayrete düşüren şey, onun bana Grindelwald’ın nasıl olması gerektiğini asla dikte etmemesiydi. Çatıyı oluşturmam için bana bilgi verdi ve o çerçeve sınırları içinde çalıştım ama Jo benim fikirlerime de çok açıktı. Kariyerim boyunca duyduğum en güzel şeylerden biri, Jo’nun, ‘Karakterle neler yapacağını görmek için sabırsızlanıyorum’ deyişiydi. Tabi ki, bu karakterlerin hepsi onun için çok önemli. İşte bu yüzden, bana böylesine güvenmesi çok heyecan vericiydi; özgüven patlaması yaşadım”.
Depp sözlerine şöyle devam etmekte ; “David ve Jo’yla konuştuğumuz konulardan biri, Grindelwald’ı sadece bir kötü adam olarak oynamanın basit olacağıydı; oysa Grindelwald doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapıyor, her ne pahasına olursa olsun. Onun bütün söylemi ahenkle ilgili ama belli parametreler içinde —yani, o ahenge ulaşmanın tek yolu büyücülük dünyasının hakimiyeti ve bu anlayış doğrultusunda harcanabilir insanlar olduğu. Eğer yolunuza çıkmışlarsa, ortadan kaldırılmalılar. Ve Grindelwald bu konuda oldukça sakin”
Yates ise şunu aktarıyor: “Karakteri ilk kez şekillendirdiğimiz için, birçok deneme yaptık. Elbette, yönlendirici ilkeler Jo’dan geldi: Grindelwald karizmatik, baştan çıkarıcı ve tehlikeli. Fakat karakteri irdelerken, biraz doğaçlama da yaptık çünkü o anki ve kamera çalışmaya başladıktan sonraki farklı düzeyleri keşfetmek istedik”.
“Bir oyuncu olarak” diyor Depp, “sizin göreviniz hem yazarın niyetine hem de yönetmenin vizyonuna sadık kalmaktır. Bu yüzden, yapım ekibine seçenekler sunmaya çalışırım. David’in zihni J.K.’in eserleriyle son derece bağlantılı. Onun sanatını anlıyor, adeta harika bir ressamın fırça darbelerini anlar gibi”.
Newt seyahat yasağı için temyize başvurmak üzere bakanlığa gittiğinde hiç beklenmedik şekilde Leta Lestrange’le karşılaşır. Büyücülük Dünyası hayranlarına Lestrange ismi tanıdık gelecektir; fakat aktris Zoë Kravitz, Leta’nın başlı başına bir muamma olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Leta en köklü safkan büyücü ailelerinden birinden geliyor ve anlıyorum ki bu beraberinde bazı yerleşik olguları getiriyor. Fakat Leta, iyi-kötü anlamında, nereye ait olduğundan pek emin değil. Bence o arada bir yerlerde. Oldukça karmaşık biri ve onun yolculuğu çok yoğun çünkü hikayenin ilerleyen bölümünde geçmişinden bir sır açığa çıkıyor. Bir oyuncu olarak, kesinlikle ilerlemesi ilginç bir yoldu”.
Hogwarts’ta sınıf arkadaşı oldukları dönemde her ikisi de diğerleri tarafından dışlanmış olan Leta ve Newt birbirlerine yakın hissederler. “İlişkilerini seviyorum çünkü onları bir araya getiren şey tuhaflıkları” diyor Kravitz gülerek ve ekliyor: “Kağıt üzerinde, ilişkileri fazla bir anlam ifade etmeyebilir ama Newt gerçekten şefkatli biri. Yaratıkları seviyor —başka kimsenin sevmeyeceği canavarları— ve Leta da birçok açıdan kendini öyle görüyor. Newt onu gerçekte olduğu haliyle gören ve değiştirmek istemeyen tek işi. Leta’nın hayatında buna ihtiyacı var”.
“Zoë, Leta’ya müthiş bir yoğunluk getirdi” diyor filmin yönetmeni Yates ve ekliyor: “Pek çok iyi fikri vardı ve farklı şeyler denemekten korkmuyordu. Oyuncularda bu özelliği seviyorum. Zoë karakterin en ilgi çekici ve çok katmanlı versiyonunu yaratana kadar kendini tekrar tekrar zorlamaya her zaman istekli”.
Kravitz ise buna yanıt olarak şunları söylüyor, “David o kadar muhteşem ki… Büyücülük dünyasına ve içindeki insanlara büyük tutku ve özenle yaklaşıyor. Bunlar büyük prodüksiyonlar ve bazen onların içinde kaybolmak kolay. Fakat David her şeye rağmen çok samimi hissi veren; oyuncuların duygularını keşfedecekleri, çok güvenli bir ortam yaratıyor”.
Leta şimdi Newt’un ağabeyi Theseus Scamander’la nişanlıdır. Rowling bunu, “her ikisinin de [Leta ve Newt] öngöremediği bir gelişme” olarak niteliyor ve, “Bu durum mevcut ilişkilerinde bir rahatsızlık yaratıyor çünkü Newt yengesi olmak üzere olan bu kadına karşı bir zamanlar güçlü duygular besliyordu” diyor.
Theseus rolünü üstlenen Callum Turner Harry Potter kitaplarını okuyarak büyüdüğünü söylüyor ve gülerek şunları anlatıyor: “Geceleri yatağa Hedwig’in ya da baykuş arkadaşlarından birinin gelip bana Hogwarts’a gideceğimi yazan bir mektup getirmesini umarak giderdim”. Aktör, Redmayne’le okuma yaptığı sırada doğaçlama bir hamlesinin ona rolü kazandırdığını düşünüyor: “Sahneye başlamamızdan hemen önce Eddie’yi alnından öptüm. Sanırım, ‘Tamamdır, rolü ona vermeliyiz’ dedikleri an buydu”.
Heyman ise, “Callum oyuncu kadromuza müthiş bir katkı oldu. O ve Eddie beraberce iki erkek kardeşin karmaşık ilişkisini başarıyla aktardılar” diyor.
“Newt, Theseus’un erkek kardeşi ve ağabeyini seviyor” diyen Turner da, şöyle devam ediyor: “Ama hayatta bambaşka yollar seçmişler. Theseus bir savaş kahramanı olarak kurulu düzenin bir parçası. Sihir Bakanlığı’nda çok üst mevkilere çıkmış ve şimdi de Seherbazlar Ofisi’nin başı. Bu konumu kardeşiyle aralarında sık sık anlaşmazlıklara yol açsa da, Theseus iyilik adına savaşını burada vermeyi seçmiş. Fakat şimdi işler daha da kızışmış durumda: Büyücülük dünyası içinde ayrışmalar var. Theseus, Newt’u herkesin hatta onun bile hangi tarafta olduğunu seçmesi gerekeceğine dair uyarıyor”.
Leta’nın nişan haberi büyücülük dünyasında yayılmıştır; ne var ki, tabloidler nişanlandığı kişiyi, yanlışlıkla, Theseus Scamander yerine en-çok-satan yazar Newt Scamander olarak duyurmuşlardır,. “Bütün bunlar bir hatadan ibaret ama Tina bunu bilmiyor” diyor bir kez daha Tina Goldstein’i canlandıran Katherine Waterston ve ekliyor: “Tina ile Newt yazışmaya devam ediyorlardı. Fakat şimdi Tina terkedildiğini düşünerek, birden bire Newt’la yazışmayı kesiyor. Kırgın ve öfkeli olmasına rağmen, güçlü bir kadın ve hayatına devam etmesi gerektiğini biliyor. Bu yüzden de, tüm enerjisini ve dikkatini işine veriyor; bu onun acı veren şeylerle baş etme yöntemi. Böylece Paris’e gidiyor”.
Newt, Tina’nın mektuplarının neden bıçak gibi kesildiğini bilemeyebilirdi; eğer iki sevgili arkadaşının (Tina’nın kız kardeşi Queenie ve hatıraları bir şekilde geri gelmiş olan No-Maj Jacob Kowalski) sürpriz ziyareti olmasaydı. Bir başka nişan haberi daha vardır: onu da Queenie kendisinin ve Jacob’ın evleneceğini sevinçle açıklar. Jacob bu konuda mutlu görünmektedir… Belki de biraz fazla mutlu.
Filmde Jacob rolüne geri dönen Dan Fogler bu konuda şunları söylüyor: “Jacob biraz fazla neşeli göründüğü için, Newt bir şeylerin yanlış olduğunu ve bunun nedenini çabucak anlıyor. Meğer Queenie ona bir aşk büyüsü yapmış. O sahneyi oynamak çok eğlenceliydi. Fakat esas harika yanı, burası sihir ve büyüler içeren fantastik bir dünya olsa da, aralarında geçen şeylerin gerçek ilişkilere dayanmasıydı. İşte bu yüzden, insana çok elle tutulur geliyor”.
Queenie’ye bir kez daha hayat veren Alison Sudol ise şunu ekliyor: “J.K. Rowling’in günümüzün önde gelen hikaye anlatıcılarından olmasının bir nedeni var: Hikayelerindeki büyü müthiş eğlenceli ama Jo daha derin konuları da ele alıyor; mesela insanlar kim olduklarına dair yanlış hissettirilirse neler olur ve ‘diğerinden’ korkmak neleri beraberinde getirir?”
Sudol şöyle devam ediyor: Son filmde, Queenie zaten Jacob’a dönerek kuralları çiğniyordu çünkü Amerika büyücülük dünyasının da No-Maj olanlarla ne tür bir etkileşim halinde olmanız gerektiğine dair katı kurallar var: Temelde hiçbir etkileşim olmaması gerekiyor. Fakat Queenie daha önce hiç, Jacob’a aşık olduğu gibi aşık olmamış. Bu yüzden de çaresizce onu kaybetmemeye çalışıyor. Aşk yüzünden de olsa, bu durum onu pek de akıllıca olmayan seçimlere zorluyor. Jacob’ın hoşuna gitse de gitmese de, ona sahip olacak… ama planı pek iyi işlemiyor”.
Jacob da Queenie’yi sevmektedir. İşte tam da bu yüzden onu güvende ve sorundan uzak tutmak için kendi mutluluğundan fedakarlık yapmaya hazırdır. Yine de, Queenie tarafından büyücüler ile Muggle’lar arasında kuralların daha esnek olduğu Avrupa’ya sürüklenmeden önce bu konuda kendine bir seçim hakkı tanınmamasından doğal olarak mutsuzdur.Jacob için talihsizlik, Queenie’nin bir Legilimens olması ve Jacob’ın dile gelmemiş haşin düşüncelerini okuyabilmesidir. “Queenie çok inciniyor ve tek ailesi olan Tina’yı bulmaya koşuyor ama bir başına feci şekilde kayboluyor” diyor Sudol.
Fakat, Queenie, Tina’nın nerede olduğuna dair bir ipucu bırakır. Newt’un artık Dumbledore’un görevine ek olarak, daha kişisel bir nedenden ötürü de uluslararası seyahat yasağını hiçe sayıp, Paris’e gitmesi gerekmektedir. Queenie’yi bulma telaşındaki Jacob, yeni bir macera kokusu da alınca, Newt’a katılmak ister.
Jacob ile Newt arasındaki bu beklenmedik arkadaşlığı Yates bir “erkek dayanışması” olarak niteliyor. Fogler ise şunu ekliyor: “Klasik bir komedi ikilisi gibiler: Fiziksel ve kişilik olarak taban tabana zıt. Newt entelektüel, Jacob ise sokak kurnazı. Jacob insanlarla daha iyi, Newt yaratıklarla. İkisi beynin sağ ve sol yarısı gibiler ve birlikte iyi çalışıyorlar”.
Seherbaz olarak görevine geri dönmüş olsa da, Tina daha önce New Yort’ta başını derde sokan bağımsız ruhunu kaybetmemiştir. Şimdi de hiçbir şekilde onay almadığı halde, Paris’te bir şeyin peşindedir. Waterston şunu aktarıyor: “İlk filmde, Tina’nın özgüveni sarsılmıştı çünkü rütbesi düşürüldükten sonra kimse onu dinlememiş ve ciddiye almamıştı. Oysa duyduğu güvensizliğe rağmen, Tina araştırmacı olarak içgüdülerini takip etmeyi sürdürdü ve sonunda bu sayede Grindelwald’ın tutuklanmasına katkı sağladığı için eski işine yeniden kavuştu. Bu filmde karşımıza çıktığında, ilk filmde söz verdiği üzere, Credence’ı bulup onu korumak için yoğun bir şekilde ipuçlarını takip ediyor”.
Usta aktris, Tina’nın Credence’ı kurtarmak için kariyerini yeniden tehlikeye atmasının ardında kişisel nedenlerin yattığını şu sözlerle ifade ediyor: “Tina ve Queenie çok küçük yaşta yetim kalmışlar. Yaşça büyük olan Tina kız kardeşine bakma konusunda büyük sorumluluk hissetmiş. Yıllar içinde, Queenie’yle başlayan bu yardıma muhtaç çocukları koruma dürtüsü diğer çocuklara da uzanmış. Tina işteki konumuna değer veriyor ve yasalara saygı duyuyor ama çaresiz çocuklar onun zayıf noktası. Seçmeye zorlandığında, bir çocuğa yardım etmek için kanunları çiğniyor; Credence’ı döven Mary Lou Barebone’la olduğu gibi. Tina ilk filmin sonuna doğru, Credence’a, Newt’la birlikte onu koruyacaklarına söz veriyor ve bu sözden geri dönen kişi kendisi olmayacak”.
Credence da gerçek kimliğine dair umutsuz arayışında, bazı ipuçlarını takip ederek Paris’e gelir. Bu rolü filmde yeniden üstlenen Ezra Miller şunları söylüyor: “Credence ciddi anlamda travmatik bir geçmişe sahip genç bir adam. Bütün çocukluğu boyunca yaşadığı istismar ve baskı zincirlerinden nihayet kurtulmuş. Şimdi bir kendini keşif yolculuğunda çünkü kendisiyle ilgili algının büyük bir kısmının yalanlardan oluştuğunu artık biliyor”.
Büyücü olarak doğan Credence’ın güçlerini onu evlat edinen acımasız Mary Lou Barebone merhametsiz bir hoşgörüsüzlükle bastırdığı için, çocuk bir Obscurial olur. Rowling bunu şöyle açıklıyor: “Credence’da Obscurus ortaya çıkıyor. Bu aslında bir baş etme mekanizması olmakla birlikte en sonunda sizi öldürecek bir şey. Fakat Credence’ı öldürmüyor. Böylece anlıyoruz ki bu oluşuma yıllarca yenik düşmediğini göre Credence çok güçlü olmalı”.
Büyürken Harry Potter kitaplarından büyük ölçüde etkilendiğini belirten Miller ise şunları söylüyor: “Pek çoğumuz zaten bu dünyanın hayranlarıyız; J.K. Rowling gibi yazarların hikayeleri birer ilham kaynağı çünkü hayal gücümüzün köklerine ulaşıyorlar. Bu efsanenin bir parçası olmak insanın yaşayabileceği en olağanüstü şeylerden biri ve hep hayatımın en büyük onurlardan biri olarak kalacak”.
Kimliğine dair bir ipucu Paris’i işaret ettiği için, Credence kendisini Fransa’ya ulaştıracak bir büyücülük dünyası sirkinde çalışmaya başlar. Orada, şimdiye kadarki tek gerçek arkadaşı olacak, Nagini adında bir Maledictus’la tanışır. Rowling bu konuda, “Bir Maledictus zaman içinde kendisini canavara dönüştürecek bir kan laneti taşıyan kişidir. Bunu durdurmak ya da geri döndürmek mümkün değildir. Maledictus kendini kaybedecektir… ve her açıdan bir canavara dönüşecektir” diyor.
Nagini’nin durumunda (Her Harry Potter tutkunun bildiği gibi) dönüşmeye mahkum olduğu canavar, dev bir yılandır. “Grindelwald’ın Suçları”nda karakterin korkunç sonuna dair herhangi bir ipucu mevcut olmasa da, yazar ve senarist Rowling şunu açıklıyor: “Bu filmler bana Nagini’nin kökeni hakkında bir hikaye anlatma fırsatı verdi. Her zaman imalar vardı çünkü Naga’lar mitolojik yılanlardır. Dolayısıyla, Nagini’nin ismi insan atalarının olduğuna ya da kendisinin bir zamanlar insan olduğuna dair bir gönderme. Yıllar içinde bana bu konu soruldu ama onun arka hikayesine dair bu bilgiyi asla ifşa etmek istemedim. Fakat şimdi açıklıyorum. Bu çok tatmin edici ve bu filmin temasına mükemmel uyuyor”.
Nagini rolündeki Claudia Kim ise rolü hakkında şunu ifade ediyor: “Kim olduğunu ve gelecekte neye dönüşeceğini bilerek, bu karakteri oynamayı sevdim. Gerçi J.K. Rowling bize küçük ipuçları verdi ama hâlâ gizemli bir boşluk var. Hep şunu söylemek istiyorsunuz: ‘Bize daha fazlasını ver!’ Fakat J.K. Rowling keşfedilecek bir şeyler kalmasını tercih ediyor. Ona ve David Yates’e tamamen güveniyorum”.
Nagini’nin yıldızlarından biri olduğu Circus Arcanus, sahibi ve eğitmeni Skender’ın gidecek başka yeri olmayan sihirli Mankafalar’ı acımasızca sömürdüğü bir sirktir. Kim canlandırdığı rolü şöyle tanımlıyor: “Nagini bu korkunç sirkte bir mahkum. Ama işin bir başka yüzü daha var: Nagini’nin kendi bedeninde bir mahkum olması da kaçınılmaz. Sirk Nagini için sonsuz bir umutsuzluk yeri, ta ki Credence’la tanışana dek. Bence Credence’ın kim olduğunu bulma konusundaki kararlılığı ona da umut veriyor ve Nagimi bu yeni arkadaşını koruyup kollamaya başlıyor. Nagimi’nin yapmak istediği tek şey, elinden geldiğince uzun bir süre bedeninde kadın olarak kalmak. Yine de, bencillik tamamen uzak hareket ederek, arkadaşının hedefini kendi arzusunun önüne koyuyor çünkü bu sayede onun yaralarını saracağına gidereceğine inanıyor. Aralarında güçlü bir duygusal ortaklık oluşuyor”.
“Bu birçok açıdan yürek burkan bir hikaye” diyor Yates ve ekliyor: “Claudia kendini yavaş yavaş kaybeden bu kadını canlandırırken çok dokunaklı bir performans sergiledi. Rolünde muhteşemdi”.
Kim, Maledictus’u ve kaçınılmaz dönüşümünü hayata geçirmek için bir hareket koçuyla çalışmakla kalmayıp, yerel bir hayvanat bahçesine bile gitti. Amacını, “adeta içgüdüsel bir hâle gelebilmesi için yılanların hareketlerini incelemek” olarak açıklayan aktris, şunu da sözlerine ekliyor: “Yılanlar, saldırı halinde olmadıkları sürece, çok yavaş ve zarif bir biçimde hareket ediyorlar. Ben de performansımda bu zarafeti yansıtmaya çalıştım”.
Credence’ın izini Paris’te Circus Arcanus’a kadar süren Tina, onun bir başka kişinin daha odağı olduğunu fark eder. William Nadylam’ın canlandırdığı Fransız-Afrikalı gizemli büyücü Yusuf Kama’nın Credence’ın peşinde olmasının kişisel bir gerekçesi vardır. “Kama çok büyük bir büyücünün oğlu ve sülalesinin son erkeği. Bütün hayatı boyunca yerine getirmek için uğraştığı tek görevin motivasyonuyla hareket ediyor” diyor aktör esrarengiz bir şekilde ve ekliyor: “Tina geldiğinde, Kama onun da aynı hedefin peşinde olduğunu fark ediyor. Onun kendisine engel olmasına izin veremez. Bu noktadan sonra, olaylar beklenmedik bir yön kazanıyor ve Kama bir takım şeylerin tam olarak kendi inandığı gibi olmadığını anlıyor. Senaryoyu okuduğumda, Kama’nın hikayesi bana doğrudan dokundu ve bu karaktere tamamen girdim. Karmaşık bir iç mücadele veren, büyüleyici bir karakter”.
Yazar ve senarist Rowling, “Kama bu filmde pek çok sır barındırıyor. Onun kimin tarafında odluğunu gerçekten bilmiyorsunuz” diyor ve ekliyor: “William role hakikaten ağırlık kazandıran muhteşem bir oyuncu”.
Paris’te, Newt en sonunda, Dumbledore’un sorun çıktığı takdirde, hatta belki bir çay içmek için gitmesini önerdiği güvenli eve gider. Bu adres Dumbledore’un en eski —ve en yaşlı— dostu Nicolas Flamel’ın evidir.
Bu kadim simyacı rolünü üstlenen Brontis Jodorowsky şunları söylüyor: “Nicolas Flamel, Felsefe Taşı’nın yaratıcısı olarak, Harry Potter hikayelerinin takipçilerinin iyi bildiği bir isim. Onu ve bu hikayedeki yerini ne kadar çok insanın merak ettiğini tahmin edebildiğim için, role beklentilere karşılık verecek ama bazı sürprizler de katacak şekilde hayat verme konusunda büyük sorumluluk hissettim”.
Karakterden misliyle genç olan aktörün 600 yaşına getirilmesi için yaklaşık dört saatlik makyaj uygulandı. Fakat bu süre Jodorowsky için büyük bir artıydı. Aktör bunu şu sözlerle doğruluyor: “Dört saatlik süre sizin başka birinin içine yavaş yavaş ve tamamen nüfuz etmeniz için zaman tanıyor. Kendinizi siliyor ve karakterin sizi ele geçirmesine izin veriyorsunuz”.
Filmin zengin oyuncu kadrosunu tamamlayan diğer isimler şöyle sıralanıyor: MACUSA başkanı Seraphina Picquery rolüne geri dönen Carmen Ejogo; Circus Arcanus’un vicdansız sahibi ve eğitmeni Skender rolünde Ólafur Darri Ólafsson; Bakanlığın tuttuğu ödül avcısı Grimmson rolünde Ingvar Sigurdsson; ve Newt’un yeni sadık asistanı Bunty rolünde Victoria Yeates. Grindelwald’ın en yakınında olan ve efendilerinin çirkin davasına hizmet etmek için her şeyi feda edebilecek mürit grubu ise şu oyuncular tarafından canlandırıldı: MACUSA’nın eski orta kademe yöneticisi Abernathy rolünde bir kez daha Kevin Guthrie; Rosier rolünde Poppy Corby-Tuech; Carrow rolünde Maja Bloom; Krafft rolünde Simon Meacock; Krall rolünde David Sakurai; ve Nagel rolünde Claudius Peters.
Filmin yönetmeni Yates bu zengin kadro için şunu dile getiriyor: “Muhteşem bir oyuncu kadromuz var; hepsi de birlikte zaman geçirmesi çok hoş insanlar. Bu gerçekten önemli çünkü böylesine büyük filmlerde beraber aylar geçiriyorsunuz. Her bir oyuncumuz projeye ellerinden gelen en iyi çalışmayı ortaya koymak için katıldılar”.
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu tekrardan beyazperdede !
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nun geri dönüşü hem oyuncular hem de yapım ve çekim ekibi için aynı ölçüde katıksız bir mutluluk oldu. David Heyman, “Geri dönmek muhteşemdi” diyor ve ekliyor: “Harry Potter’dan bu yana evrenimizi genişlettik ama Hogwarts büyücülük dünyasında başka pek az yerin sahip olduğu bir konumda. Eve dönmek gibiydi” diyor.
Bu ünlü Britanya büyücülük okulu hep bir zamansızlık hissi vermiş olduğu için Craig’in burayı 1920’lere, hatta Newt ve Leta’nın okul günlerine ait geriye dönüşler için daha erken tarihlere göre yeniden tasarlamasına gerek olmadı. Foley’ye göre, “Hogwarts yüzlerce yıllık bir yapı ve ona dair hiçbir şey değişmedi. Böyle olması aşinalık duygusunu pekiştiriyor; okulu gördüğünüz anda nerede olduğunuzu biliyorsunuz”.
Orijinal tasarımlar değişmemişti ama fiziksel setlerin çoğu yıpranmıştı. Bu yüzden, aralarında Dumbledore’un Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersliğinin de bulunduğu birkaç setin yeniden inşa edilmesi gerekti. Craig bu konuda şunu söylüyor: “Buranın heybetli çatı kirişleriyle ne muazzam bir yer olduğunu unutmuştum. İlk seferinde de bu setten memnundum; ikinci keresinde de aynı ölçüde mutlu oldum”.
Jude Law sınıfa Dumbledore olarak adım atmanın oyunculuktan öte bir şey olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: “O sahnelerdeki çocuklar orada olmaktan öylesine heyecanlıydılar ki ben de onların heyecanını paylaştım. Benim anne babam öğretmen, dolayısıyla bir günlüğüne de olsa öğretmenlik yapmak çok hoşuma gitti. Diğer herkes gibi, ben de o derslikleri sinemada izlemiştim. Bu yüzden de, o konumda orada olmak olağanüstüydü. Oyunculuk bazen beden dışı bir deneyimdir: O anda oradasınızdır ama sonra geriye dönüp baktığınızda ne kadar özel olduğunu anlarsınız”.
“Harry Potter ve Ölüm Yadigarları - Bölüm 2”nin sonundaki savaşta, hafızalara kazınmış Büyük Salon yerle bir olmuştu. Burası Leta’nın bu filmdeki kısa bir anlık nostaljisi için yeniden inşa edilemeyecek kadar büyük bir set olduğu için dijital olarak yeniden yaratıldı.
Daha önce hiç görülmemiş Hogwarts setlerinden biri küçük bir dolaptı. Burası bakımına muhtaç küçük bazı yaratıklar için genç Newt’un gizli bir barınağa dönüştürdüğü yerdi. Genç Newt’un bu davranışı ilerideki daha büyük şeylerin habercisiydi.
Hogwarts’ın dış mekanları ve bazı iç mekanlar, ilk olarak 1229’da inşa edilmiş tarihi Lacock Abbey’de çekildi. İngiltere-Wiltshire’deki bu antik yer önceki Potter filmlerinin bazılarında da aynı amaçla kullanılmıştı.
Kaynak: ÖZEL HABEREditör: SİNAN ERDOĞDU