17 Eylül 2011'de ABD'nin New York kentinden başlayan ve kısa sürede küresel bir protesto hareketine dönüşen ''işgal'' eylemi uzun bir süre dünya gündemini meşgul etmişti.
Çoğunluğunu genç ve işsiz Amerikalıların oluşturduğu ''Wall Street'i işgal'' hareketi, temel sorun olarak gelir dağılımındaki adaletsizliği ortaya koymaktı.
İşgal Hareketi mali krizden bankaları ve Wall Street’i sorumlu tuttu, en zengin yüzde 1’lik kesimin geri kalan yüzde 99’u sömürdüğünü, yoksullara sağlanan sosyal hizmetler kesilirken zenginlerin siyasi güç satın alarak vergi artışını engellediğini savundu.
Hareket, zenginlerin daha çok vergi vermesini, iş dünyasının daha sıkı denetlenmesiyle sosyal adalet sağlanması amaçlandı. Yıl boyunca yüzlerce kentte eylemciler ekonomik eşitsizlik ve işsizliği protesto etti.
İşgal Et hareketinin ABD’deki temel politik ve ekonomik eşitsizlik üzerine yaptığı vurgulamalar zenginliğin dağılımdaki eşitsizlik, ki bu eşitsizliğin artışı inanılmaz derinleşmektedir ve yöneten sınıfın varlıklılaşması tartışmalarını toplumsallaştırdı.
İşgal Et hareketi aynı alandan büyüdü ve bu yeni hareket işçi sınıfının da dikkatini çekmeyi başararak işçiler arasındaki güvenin artmasını sağladı. Yüzde 99’un talepleri sendika websitelerinde ve afişlerinde göründü. Ekim sonunda yayımlanan bir AFL-CIO bildirisi sendikaların İşgal Et mesajını yüzde 99’un üyelerle işverenlerle ve oy verenlerle ilişkilerinde, eşitsizlikle ilgili olarak kullanması gerektiğine dair bir öneride bulundu.
California’daki, New York’taki ve diğer bölgelerdeki sendikalar İşgal Et hareketini desteklemek için hep ön sıralarda oldu ve pratik bir çok katkıda bulundu; duşlar, yiyecek ve sağlık yardımlarını sendikalar temin etti.
İşgallerin daha büyük ve acil sorunu ise polis baskısı ve kampların yıkılma- sıdır. California Davis Üniversitesi’nde üniversite polisinin öğrencilerin yüzüne biber gazı sıktığı görüntüler bu polis vahşetini gösteren en bilinen fotoğraflardır.
Bugünkü durumun bütün problemlerine rağmen, bu hareketin yaratıcılık ile eylemcilerin insiyatifini işçi sınıfı mücadelesinde birleştirebilme potansiyeli vardır. İşçi sınıfını hareketin merkezine koyarak tamamen başka bir sistem alternatifini ortaya koyma ve bu süreçte yeni bir sol politika yaratma potansiyeli vardır. Durum böyleyken bu hareket uzun yıllardır ABD’de görülmemiş en önemli politik gelişmedir.
Occupy masaya ekonomik sorunların politik okumasını getirmişti: gelir adaletsizliğinin küresel sonuçlarına odaklanmıştı. Eylemlerin öne çıkardığı "Biz %99'uz" söylemi %1'in ekonominin iplerini kendi lehine elinde tutuşuna karşı bir uyanma ve harekete geçme çağrısıydı.
ARKA KAPAK YAZISI
Occupy hareketinin bir başka örneği de 2013 yılında Gezi Parkı Direnişi'yle Türkiye'de yaşandı. Direnişle birlikte Türkiye'de birçok ezberin bozulduğuna şüphe yok. Peki, Tahrir Meydanı'yla Zuccotti Park'ın "işgal"inin ardından tüm dünyayı etkisi altına alan bu hareketin temeli neye dayanıyor, talebi ne?
İşgal Et, Orta Doğu'dan New York, Chicago, Londra, Berlin, Frankfurt, Quebec ve Hong Kong gibi şehirlere uzanan "kamusal alanı işgal etme" eylemlerinin dinamiklerini üç farklı açıdan ele alıyor.
Michael Taussig'in, eylemcilerin işgal ettiği Zuccotti Park üzerine kendi gözlemlerini etnografyayla harmanlayarak yazdığı açılış makalesinin ardından Bernard E. Harcourt "sivil itaatsizlik" ile "siyasi itaatsizlik" arasındaki önemli farkı inceliyor. Occupy Wall Street eylemcilerinin "siyasi itaatsiz"ler olarak, yani siyasi söylemleri ve stratejileri reddederek yeni, radikal bir protesto biçimini nasıl hayata geçirdiklerini gözler önüne seriyor. Son olarak medya eleştirmeni ve kuramcısı W. J. T. Mitchell, Occupy imgelerinin kitle iletişim araçları ve sosyal medya aracılığıyla tüm dünyaya yayılmasını mercek altına alıp devrim anıtı olarak "boş alan"ın nasıl kullanıldığını irdeliyor.
"Belirli talepleri olmadığı için Occupy hareketinin ilkel ve dağınık olduğunu düşünüyorlar. Sanki eşitlik bir talep, üstelik bireyi de gerçekliği de yeniden tanımlayan hem ahlaki hem ekonomik bir talep değilmiş gibi."
-Michael Taussig-
"İktidarla uzlaşmayı, geleneksel siyasete uymayı, kurallara göre oynamayı en baştan reddeden Occupy yeni bir siyasi angajman, yeni bir siyaset biçimi yarattı. Geleneksel siyasetin kelime haznesine meydan okuyan, kullandığımız grameri muğlaklaştıran, siyasetin dilini bütün oyunbazlığıyla çarpıtan yeni bir angajman biçimiydi bu."
-Bernard E. Harcourt-
"Belki de 'boş alan' yalnızca devrimin değil… Gelecek yeni bir demokrasi, yeni bir küresel düzen ihtimalinin de tek gerçek anıtıdır."
-W. J. T. Mitchell-
Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: KÜBRA ÇELEPİ