SON DAKİKA
reklam
reklam

İBRAHİM BALABAN’A VEDA

Eklenme Tarihi: 15 Haziran 2019, Cumartesi - 09:37   Okunma Sayısı: 308138
Türk Resim sanatının en önemli isimlerinden İbrahim Balaban için 11 Haziran Salı günü Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde bir tören düzenlendi. Törene, ailesinin yanı sıra birçok sanatçı dostu ve sevenleri katıldı.

 

İSTANBUL

Hayatı büyük mücadelelerle geçen İbrahim Balaban 98 yaşında hayata veda etti. Usta sanatçıya, son yolculuğuna uğurlanmadan önce Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde bir veda töreni düzenlendi.

Törene oğlu Hasan Nâzım Balaban, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Kani Beko, Şişli Belediye Başkanı Muammer Keskin, Tekirdağ Süleymanpaşa eski Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat, Bedri Baykam, Nebil Özgentürk, Rutkay Aziz, Nur Süer, Turgay Fişekçi ve birçok sanatçı dostu ile sevenleri katıldı.

Nazım Alpman’ın sunuculuğuyla başlayan törende Nebil Özgentürk’ün hazırladığı İbrahim Balaban belgeseli ve Reis Çelik'in çektiği "Balaban" adlı kısa film gösterildi. Şişli Belediye Başkanı Muammer Keskin, Bedri Baykam, Ekrem Eşkinat, Turgay Fişekçi ve oğlu Hasan Nâzım Balaban usta sanatçıya dair birer konuşma yaptı. Anılar paylaşıldı, ustaya saygı dile getirildi.

Şişli Belediye Başkanı Muammer Keskin konuşmasında, bu denli önemli bir ressama sahip olmanın önemine değindi. Keskin, Balaban’ın eserlerinin nesiller boyunca yol gösterici bir ışık olacağını söyledi.

      

 

9 Haziran 2019’da kaybettiğimiz İbrahim Balaban’ın hayatını ve önemli eserlerini sizler için hazırladık:

İbrahim Balaban, 1921’de Bursa’nın Seçköy ilçesinde doğdu. Köyün üç sınıflı okulundan mezun olduktan sonra okuyamadı. Hint keneviri üretip esrar üreten iki köylü Balaban’ın babasını da işe ortak ederler, ama babası işin iç yüzünü bilmez. O gün köylülere yollayacak kimse bulamayınca, oğlu İbrahim’i gönderir. Gece karakola ihbar yapılır, köylüler kaçar. Hiçbir şeyden habersiz İbrahim daha 16’sında içeriye düşer. Altı ay hapis ve üç ay da para cezasına çarptırılan Balaban, para cezasını ödeyemeyince üç yıl cezaevinde kalır.

Balaban nişanlanır, ancak kızı almak isteyen bir başkası da vardır, o da hapse düşer. Onu içeride hiç rahat bırakmaz. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala dört mahkumun saldırısına uğrar. Balaban, daha sonra hasmını öldürdüğü için ikinci kez 1942 ile 1945 yılları arasında tekrar cezaevine girer.

Abidin Dino, 15 Mart 1950’de Yaprak Dergisi’nde şöyle der: “Mapushane Kapısı resminin önünde, Giotto’nun isminden başka bir isim gelmiyor akla. Resmin kuruluşu, yüzlerin özü, duruşlar, hepsi ezberimde. Balaban’ın resmi neden bu kadar yer etti bende? Balaban’ın yağız bir atı var ki, aklımdan çıkmıyor, arkadan çizilmiş, boynunu yere eğmiş bir at. Balaban’ın atı, elleri ile görmesini bilen bir ressamı haber veriyor. Belli ki Balaban, o atın bakımı ile uğraşmış, onu eyerlemiş, sulamış tımar etmiş, otlatmış. Böylesine bir ilgi ile çizilen at, Balaban’ın atı olur. İşin içinde sevgi ile bilgi bir arada. Balaban, kendine özgü üslubuyla uzun bir dönem kırsal kesim yaşamını aktardı tablolarına… Balaban çizdiğini yaşıyor, biz sadece seyrediyoruz.”

 

İşte o sırada ünlü şair Nazım Hikmet geliyor Bursa Mapushanesi’ne. İçerdekiler ondan söz ediyorlar hep. “Kim ki bu Nazım Hikmet?” diye soruyor Balaban. Onun resim yaptığını öğrenince, “Para vereyim de, benim resmimi de yapsın.”der. Amacı, ondan hüner kapmak. “Para almaz” diyorlar, Balaban büsbütün şaşırıyor. Birisi, “Yalnız boya parası alır”diyor. Balaban 250 kuruş götürüyor resmini yaptırmak için. Tanışıklık böyle başlıyor. 1943’te hapishanede babasının cinayete kurban gittiğini öğrendi ve daha sonra da doğum sırasında ilk karısının, kısa bir süre sonra da bebeğin öldüğü haberini alır.

Üç yıllık cezası dolup da dışarıya çıkınca evlenir. Ama hasımları rahat vermez, saldırırlar. Düşmanı ölür, kendisi ise 1948 ile 1950 yılları arasında üçüncü kez cezaevine girer. Gerçi bu son girişi olmayacaktır, 60’lı yıllarda resimlerinden dolayı 6 ay kadar tekrar tutuklanacaktır.

İşte bu üçüncü girişte, Nazım Hikmet’in öğrencisi olur. Artık dünyası pırıl pırıl… Yıllarca durup dinlenmeden çizip boyar. Ama tablolarının hiçbiri istediği gibi değildir. Bir eksiklik vardır… Ustası, onun bu tedirginliğinin ayrımında, bir gün çağırır Balaban’ı “Ders yapacağız” der. İlk gün felsefe dersi… Usta anlatır, çırak dinler. Ertesi gün kendisine anlatılanları bir bir yineler ustasına. İkinci gün sosyoloji, üçüncü gün ekonomi, politik… Defter, kalem, kağıt, kitap yok…

Cumhuriyet Gazetesi’nde 8 Kasım 1953’te Yaşar Kemal şöyle yazar: “Bir umut ışığıdır sarıyor insanın içini. Yuyor, temizliyor cümle karanlığı. İşte bu, Balaban’ın kuvvetidir. Balaban söylemek istediğini kestirmeden söylemesini biliyor. Ben Balaban’ın her tablosunu bir türküye benzetiyorum. Şöyle ki, her türkü bir hikayedir. Bir olaydan çıkmıştır. Olaydan çıkmayan hiçbir türkü yoktur. Olayı anlatınca da hayatı en kestirmeden anlatıyor türküler. İşte Bursa’nın Seçköy’ünden Balaban’ın her tablosunun bir hikayesi var. Ve hayatından bir parça her tablosu… Rengi ile, ışığı ile bir parça…”

Kendi kendini yinelemekten kaçınan Balaban, yeni tekniklere, kendi resim dünyasının dışına çıkmadan yeni tema arayışlarına yöneldi. Sanatını dönemlere ayırıyor: Birinci Dönem, İkinci Dönem, Nakışsı Dönem, Oyuncaksı Dönem vb. 1953-1958 arasında Nakışsı Dönem dediği ikinci dönemde kendi öz kaynaklarımızdan biri olan nakış istifini daha üsluplandıran bir düzenleme yöntemiyle figürlerini tablolarına yerleştiriyordu. Konusu gene kırsal kesim insanlarımız ve onların yaşantılarıdır.

Onun 1970’lerden sonra resimlerine aktardığı başlıca temaları şöyle sıralayabiliriz: Kente göçenler ve Almanya’ya işçi göçünü konu alan Kaldırımlarda Dolaşanlar ve Göç, Üretenlerin Suretleri, Çocukların Sevinci, Anadolu Kadınları.

Fakir Baykurt “Balaban, köylü yaşayışını, renklerle, nakışlarla dile getirmiş. Görenler hayran oluyorlar. Şimdiye kadar köy resmi yapılmadı mı? Nakış resme girmedi mi? Hatta sanatımızın böyle anlayışlı bir şekilde köye yönelmesine bakıp: “Köy, köy, köy… bıktık artık!” diyenler bile çıkmadı mı? İbrahim Balaban’ın sergisini gezerken, “Bıktık!” diyene rastlamıyoruz. Balaban resimleri, şimdiye kadar yapılan nakışlı köy resimlerinden çok ayrı. O, çizdiği uzun bir köylü bacağını çorap nakışlarıyla doldurup resim yaptım sananlardan değil. Köy insanını, köy tabiatını, sadece resim olsun diye nakışlamıyor. Bir öfkeyi, bir hıncı ortaya döküyor.” der.

Balaban resmi, belli kalıpları aşarak, şema resminin çok ötesine geçer ve resimsel dinamizmin en tipik özelliklerini bize gösterir. Türk insanının yaşamsal dinamizmi, doğa, insan ve gerçekler karşısındaki tutumu, kendine özgü hiciv ve humorla birlikte Balaban estetiğine taşınır. Hiçbir Balaban resmi hüznü ihtiva etmez. Kuru sıkı bir fanteziyi de barındırmaz. Yüksek bir şiirsel düzlem, renk-biçim diyalektiği ve o yapıya eşlik eden içerikle birlikte, hayatı hüzünle değil, mutlulukla kavramış bir sanatçının gülen zekasını ve lirik pentürünü oluşturur.

İbrahim Balaban sanatıyla Anadolu’dan ve Anadolu insanından bir demet sunar. Yaşadığı toprağın ve yurdunun insanının resmini çizer. Anadolu kadınının sorunlarını göz ardı etmez. Balaban’ın kadınları üretken emekçi kadınlardır. Anadırlar, ninedirler, sırtında çocuklarını taşıyan analardır. Doğuran, emziren, büyüten analarımızdırlar. Resmin içindeki ana bakış, ana motif, yurdu için çarpan bir yürek belirgin olarak öne çıkar.

Nazım Hikmet, Mahpushaneden Kemal Tahir’e Mektuplar’da “Ben burada bir ressam Yunus Emre keşfettim. Köylü, orta köylü, köy mektebinde okumuş, berberlik ediyor içerde. Ben resim yaparken başımdan ayrılmaz, nihayet bir gün boya istedi, verdim ve ilk iş olarak aynada kendi resmini yaptı. İkinci portre bir şaheserdi ve şimdi üç aydır şaheser portreler yapmakla meşgul. Bütün boyalarımı ona verdim.” diye yazar.

İbrahim Balaban Türk resim tarihinde Anadolu’nun, halkın dilidir. Hem Anadolucu hem de evrensel değerlere sahip entelektüel aydın örneğinin, önemli temsilcilerindendir.

O, bu güne kadar Şair Baba’sının istediği gibi kan gütmeden 2000’den fazla tablo ve bunun birkaç katı kadar desen üreterek 50’den fazla kişisel sergi açtı, birçok karma ve grup sergilere katıldı. Eserleri yurtdışında Amerika dahil birçok ülkede sergilendi. Anılar, denemeler (resim sanatı üzerine), hikayeler ve ikisi roman olmak üzere yayınlanmış 11 kitap yazmıştır. Ayrıca adına yayınlanmış 4 adet kitap vardır.

 

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: KÜBRA ÇELEPİ

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam