SON DAKİKA
reklam
reklam

Akademisyen Deniz İstikbal ile yaptığımız röportajın ikinci bölümü

Eklenme Tarihi: 4 Aralık 2020, Cuma - 09:41   Okunma Sayısı: 169540
Seta Vakfı Ekonomi Araştırmaları Asistanı ve Akademisyen Deniz İstikbal Hocamızla daha önce bir röpörtaj yapmış ve röportajımız okurlarımızdan ilgi görmüştü. Çok değerli okurlarımıza teşekkür ediyoruz. Şimdi, röportajımızın devamı için Deniz İstikbal Hocamızla tekrardan bir araya geldik. Sağ olsun; bize vakit ayırdı.

Deniz hocamıza, Dünya Gündemine dair önemli sorularımızı sorduk; Küresel Ticari Rekabet, Denizlerin Statüsü, Kovid-19 ve Yoksulluk Döngüsü gündem başlıklarımızdı ve kendisinin sorularımıza cevapları çok kıymetliydi. Bizleri kırmayıp sorularımıza, özenli ve kıymetli cevaplar verdiği için kendisine teşekkür ederiz.

 

Nasıl görüyorsunuz hocam ABD seçimlerinden sonra ki dünya düzenini zaten konularımız belli ama, inanılmaz bir sürece doğru gidiyoruz. Sizin yorumunuz nedir?

Tabi, ABD seçimlerine bugün baktığımızda belirsizliğini koruyor. Biden seçimleri kazandı. Fakat tartışmalar sürüyor. Bunun hem ekonomik anlamda hem siyasi anlamda, dünyaya birçok etkisi olacak. Bundan en çok etkilenecek ülkelerin başında; Rusya, Çin, Türkiye, Meksika, Kanada gibi hem Amerika ile ilişkileri olan rekabet eden hem de komşuluk anlamında ilişki yürüten ülkeler var. Ben bu ülkelerin daha fazla etkileneceğini düşünüyorum. Biden dönemi yeniden iş birliği kavramının öne çıkacağını, Avrupa Birliği ile daha uyumlu bir Amerikan yönetimin göreceğimizi hakeza Çin ile olan bu gerilimin bir nebzede olsa durulacağını, ticaret savaşlarına ara verilmeyecek ama dozajı düşebilir. Böyle yorumlayabiliriz şimdilik.

 

 

Peki, Küresel Salgın Sonrası Ekonominin Gidişatı Nasıl Olacak?

Bugünden geleceğe doğru baktığımız zaman sadece tahminler üzerinden hareket edebiliyoruz. Tabi ki tahminler ne kadar doğru çıkabilir. Tam bir saptama yapabilir miyiz bilemiyoruz. Bugünden baktığımızda çok doğru bir tanımlama yapamayabiliriz. Ancak geçmiş krizleri yorumlayarak, dünyanın geçirdiği ekonomik finansal krizleri yorumlayarak bir noktaya ulaşabiliriz. Karşılaştırabileceğimiz bir kriz var, 1929 Ekonomik Buhranı. Büyük Buhran hem arz şoku hem talep şoku yaratmıştı. Talep şokunun anlamı, bir yandan talebin yüzde %10’lar, %20’ler ve %30’lar düzeyinde düşmesi ve talebin düşmesine bağlı olarak üretime eskiye kıyasla daha az gereksinim duyulması. Buna bağlı olarak üretim düşüyor ve iş gücü piyasası etkiliyordu. İş gücü piyasası etkilendikçe istihdam azalıyor ve işsizlik ortaya çıkıyor. Burada ise en önemli nokta korona virüs sürecinde veya bize bu salgının getirmiş olduğu en büyük etmen ise arz ve talep şokunun daha şiddetli ve daha karmaşık bir şekilde ortaya çıkmasıdır.

Şimdi, koronavirüs ilk ortaya çıktığında piyasalara talep şoku yarattı. Bu talep şoku hızlı bir aşağı çekilmeyi beraberinde getirdi. Daha sonra ise virüs üretim tesislerini vurunca arz düşmeye başladı. Hem arz hem talep düşüyor ki bunun sonucu dünya ekonomisi küçülüyor demektir. Dünya ekonomisinin küçülmesi demek; işsizliğin artması, gelirlerin düşmesi demek hakeza bugün IMF’nin projeksiyonlarından baktığımızda yani 2019 yılında yaptığı projeksiyonlara baktığımızda ve 2020 yılına revize ettiği projeksiyonlara yani ekonomik büyüme oranları gelirler, yurt içi hasıla ülkelerin ithalat ve ihracatta geriye gidişin olduğunu görmekteyiz. Bazı ülkeler bunu daha çok sert hissetmişler, bazıları daha hafif hissetmişler. Ülkelerdeki salgının boyutuyla alakalı bir durum söz konusu, örnek veriyorum; Bugün Brezilya’nın kişi başı milli gelirinden Kovid-19 salgını iki bin veya üç bin dolar götürmüşse fakir ülkelerdeki gelirler yüzde %20 veya %30 oranında düşürmüşse, dünya ekonomisine krizin maliyeti ağır demektir. Ancak 2021 yılının aslında ikinci dalganın da şiddetine bağlı bir durum. 2021 yılının ancak biz sonuna doğru 2020 yılının değerlerini göreceğiz ve ekonomik pandeminin başındaki ekonomik performansa geri döneceğiz. Bu en azından 10 veya 15 trilyon dolarlık ekonomik maliyet demektir. Ve bunun gelecek nesillere de yansıması olacaktır.

 

Acaba, Küresel Salgının Sancılarını Tam Hissetmedik Mi?

Evet, daha tam manasıyla hissetmedik tabi bu süreç devam edecektir. Yani bugün koronavirüs nedeniyle 150-200 milyon kişilik bir istihdam kaybından bahsediliyor. Örnek vereyim Türkiye’de ki her bir %1’lik ekonomik büyüme 180 Bin kişiye istihdam sağlıyor. Türkiye’de kaybedilen bu istihdamın; örnek veriyorum 2 milyonluk bir istihdam kaybı var.Bu 2 milyonu yeniden revize edebilmek için bizim üç sene boyunca veya dört sene boyunca en az yüzde %5 büyümemiz lazım ki 2019’un son çeyreğindeki duruma geri dönelim."  sözcüklerinin olduğu  kısımında 2019 kelimesi  sehven yazılmış olup , bunun "2016'nın son çeyreğindeki duruma geri dönelim."  Buradan yola çıkarsak dünyada bu istihdam kaybını nasıl kapatacağız. Bu istihdam kaybı vergi gelirlerinde azalma demek. Veya kişi başı gelirlerde azalma demek. Devletin harcaması gereken para miktarının arttığı bir ortamda vergi gelirleri, istihdam, üretim ve talep düşmüş ama herkes kamudan kamu kaynaklarından bir beklenti içinde. İşsizlik maaşlarını vergiler düştüğünde devlet kaç sene ödeyebilir. Fonlar sürdürülebilir mi? Veya bugün dünya araba piyasasında mesela; üretim yüzde %10 ve %20 oranında düştü. Üretimin tekrar aynı seviyeye gelmesi için talebin canlanması belki de yıllar sürecek. Veya yoksulluğa itilen milyonlarca insan var. Bugün bunu konuşuyor muyuz? İşte Afrika’da, Asya’da veya dünyanın değişik kesimlerinde sağlık sistemleri yetersiz olan kamu kaynaklarına veya kamu hizmetlerine ulaşımında yeterli seviyeye gelememiş kapasiteye ulaşamamış devletler açısından acaba bu kriz ne anlam ifade ediyor.

 

1929 Ekonomik Buhranı ile Kovid-19 Salgını Arasındaki Farklar Neler?

Birbirlerine çok yakınlar, farklı özellikleri var tabi ki ama 1929 Buhranı ile koronavirüsün ayrışan özellikleri de var. Buhran biraz daha ani finansal spekülasyon sonrasında patlak vermişti. Aslında bankalara hücum veya örnek veriyorum, finansal sisteminin kaldıramaması yani herkes parasını çekmeye çalıştığında sistem ilerleyebilecek mi? Ama tabi ki benzer yönleri var koronavirüsle alakalı, bugün zaten dünyada kronikleşmiş bir yoksulluk var. Örnek veriyorum bugün Paraguay’da, Kolombiya’da, Venezuela’da, Kenya’da, Kamboçya’da, Laos’ta, Nepal’de, Jamaika’da yoksulluk sınırında olan insanlar vardı. Bunlar kısmi anlamda devletin verdiği hizmetlere ulaşabiliyorlardı. Örnek veriyorum çocukları okullara gittiğinde bir öğün veya iki öğün yemek alabiliyordu. Ama korona sürecinde bunların hiçbirini alamadılar. Devlet yardımları yeterli derece etkili oldu mu? Bölgede yolsuzluklar sonrası bu koronavirüs yardımları gerekli yerlere gitti mi acaba bu durumla alakalı ekonomik bir çalışma yapılmadı.

Çok kıymetli okurlarımız için bir örnek veriyorum; Brezilya’da kamunun tam manasıyla etki edemediği yerler var. Şimdi bu yerlerde koronavirüs vakaları var. Hastane sayınız az, doktor sayınız az, solunum cihazı sayınız az ve oraya yardımda yapamıyorsunuz. Ama bunlar sizin vatandaşınız, Brezilya üzerinden gidersek ulusal para birimi değer kaybediyor ve çifte bir yoksulluk ortaya çıkıyor. Gelişmekten olan ekonomilerde, dünyanın az gelişmiş ekonomilerinde ciddi bir kriz var aslında. Bu krizi bir anda çözmek mümkün değil farklı iş birlikleri lazım bu iş birlikleri uluslararası finans kuruluşlarından alınacak kredilerle çözülebilir mi? Yeterli mi? Veya bu ülkelerdeki kronik sorunlar koronavirüs sonrası daha da mı kronik hale geldi. Bu sürece belirsizlik veya istikrarsızlık dönemi diyebiliriz aslında.

 

ABD- ÇİN Rekabetinde Deniz Gücü Nasıl Başladı ve Ne Şekilde Sürecek?

Şimdi bugünü yorumlayabilmek için aslında bize geçmişle ilgili birçok anekdot var bugünü değerlendirebileceğimiz veya karşılaştırabileceğimiz, kıyaslayabileceğimiz veya aslında daha iyi bir şekilde analiz etmemizi sağlayan tarihsel geçmiş mevcut. Bunlardan güzel bir örnek mesela; 1.Dünya Savaşı ve 2. Dünya savaşı öncesi silah yarışı, bu silah yarışlarının yerine donanma yarışlarında denebilir. Mesela Almanya 1.Dünya Savaşından önce İngiltere’yle bir donanma rekabetine girmişlerdi. Ve büyük kruvazörler yani savaş gemileri yapıyorlardı. Bunu 1.Dünya Savaşında çok etkin bir şekilde kullandılar. Amaçları ise İngiltere donanmasını sayısal tonaj anlamında geçmek idi. Yani daha iyi silahlara sahip olmak, denizlere hâkim olup ticaret yollarını kontrol etmek temel amaçtı. Denizlere hâkim olmak çok önemli çünkü dünya ticaretinin, büyük bir oranı hala günümüzde özellikle denizlerden ve boğazlardan geçiyor. İşte Malakka boğazı, İstanbul Boğazı, Cebelitarık Boğazı ve Panama Kanalını örnek verebiliriz.

Yani bugün Çin agresif bir şekilde büyük tonajlı gemiler, firkateynler, uçak gemileri, küçük tonajlı gemiler ve savaş gemileri üretiyor çünkü donanmasını büyütme eğiliminde tabi Amerika ile kıyas bağlamında belki kabul edilemez veya rekabet edemez, teknoloji olarak da edemez. Ama sayısal anlamda baktığımız da bugün Çin, 10 yıl veya 20 yıl öncesinden daha güçlü bir donanmaya sahip ve bugün buna paralel olarak, Güney Çin denizinde, büyük bir alanda hak iddia ediyor. Filipinler buna karşı, Malezya buna karşı, Vietnam buna karşı ve ABD buna karşı ve yine Obama döneminde açıklamalardan anlıyoruz ki, işte Ortadoğu’dan çekileceğiz. Askerî gücümüzü odak noktamızı Pasifik’e ayıracağız diyorlar. Ve gerçekten de donanmasının bir kısmını Pasifiğe çekti. Daha sonra bu agresifliğe bağlı olarak da Çin’de donanmasını büyütmeye başladı. Çin silahlı kuvvetlerini büyütüyor ve küresel bir güç haline geliyor.

 

Peki Çin Ordusu Savaşa Karşı Bir Hazırlık Olarak Mı Güçleniyor?

Tabi ki güçlü bir silahlı kuvvetlerin ayakta kalabilmesi için, önce ekonomik ve mali sürdürülebilir bir kuvvet gerekir. Çin bu mali gücü sağlamış durumda. Şimdi ise bir ordu inşaa ediyor. Kendini modernize ediyor ve rekabet edebilecek boyut için çabalıyor. Bugün bu savaş çıkabilecek boyutta değil ama bir rekabet alanı var. Belki bundan birkaç yıl sonra, Güney Çin denizinde petrol sahaları ve doğalgaz sahaları bulunacak. Veya Çin’in farklı açıklamalarını duyacağız. Mesela neden ABD, Tayvan’a daha çok silah sattı. Neden bir gerilim var. Japonya neden rahatsızlık duyuyor. Güney Kore ve Kuzey Kore gerilimi neden bazı kritik dönemlerde artıyor. ABD neden daha fazla silahlı kuvvetlere yatırım yapıyor. Silahlı kuvvetlerinin bütçesini arttırıyor.

Yani aslında çok çeşitli, 2. Dünya Savaşı öncesinde ki ara döneme benzeyen yani ulusal para birimlerinin hızlı bir şekilde değer kaybettiği ve ülkeler birbirlerine karşı ambargolar uyguladığı bir döneme şahitlik yapıyoruz. Aslında çok ciddi anlamda benzer yanları var. Bu konuda değerlendirilebilir ama bir savaşa neden olur mu bunlar kafalarda soru işaretlerine sebep oluyor. Fakat günümüz teknolojisiyle pek mümkün değil, ama biz bunu Güney Kore ve Kuzey Kore geriliminde görebiliriz. Veya farklı alanlarda Suriye, Libya, Dağlık Karabağ, Tayvan ve Hindistan-Çin sınır çatışmalarında görebiliriz. Azerbaycan-Ermenistan savaşında görebiliriz. Bloklar arası bir çatışmadan ziyade, yerel bölgeler arasında bir çatışma ortamı görüyoruz. Ermenistan’ı bugün destekleyen ülkeler kimler, hangi tarafta yer alıyorlar. Azerbaycan’ı kimler destekliyor. Suriye’de kim kimle kapışıyor. Dünya aslında agresif bir şekilde silahlanıyor denebilir. Ve bunun başını çeken üç ülke var; ABD, ÇİN ve RUSYA! Bu üçlü tehlikeli bir üçgen oluşturmaktadır.

 

Joe Biden’ın Başkanlık Görevini Devralmasından Sonra Ticaret Savaşları Ne Olacak?

Aslında bu ticaret savaşlarını başlatan, Trump değil. Obama döneminden itibaren bu ticaret savaşlarını ülkelerin birbirlerine uyguladıkları anti-damping uygulamalarıyla yani kısıtlamalar, ticari engellerle görebiliyorduk. Yani Trump aslında Obama döneminde başlayan bir dalgayı gün yüzüne çıkardı. Dış ticareti engellemek için Çin’e karşı agresif bir şekilde kullanmaya başladı. Bugün aslında çok ilginçtir ki Japonya’yı liberalleştiren ,dış ticarete açan Amerika’dır. Bize karşı korumacı politikalar uygulama diyen Amerika, bugün geliyor ve diyor ki korumacı politikalar uygulayalım ve liberal düzende dengesiz dış ticareti kısıtlamalarla engelleyeceğim. Ve istediğime kısıtlama getirebilirim. Dünya Ticaret Örgütünün kurallarının baş mimarı günümüzde kuralların meşruiyetine gölge düşürüyor. Bugün veya geçmişte liberal piyasa şartlarını savunan ve dış ticareti buna göre mobilize eden bir Amerika’dan günümüzde ticarete engeller koyan ve kapanan bir Amerika var. Ve bu ilginçtir ki Obama döneminde başlayan bir hikâye.

Trump, agresif politikalarla, ambargolarla, yaptırımlarla dış ticaret engelleriyle belli bir noktaya getirdi bunu zaten. Kurumsal bir kimlik kazandığını ve bundan sonrada süreceğini düşünüyorum. Bugün dünyada birçok ülke birbirlerine karşı ticari engelleme yapıyor. İthalatta ve ihracatta aslında bir rekabet söz konusu artık. Bu rekabet korona virüs sürecinde biraz daha gün yüzüne çıkmış diyebiliriz. Neden çünkü biz Avrupa’da ülkelerin birbirlerinin tıbbi malzemelerine el koyduğu, gıda ürünlerinde sıkıntı çekildiğini birbirlerine karşı yasak getiren maske savaşları diyebileceğimiz durumlara maruz kaldık. 2019 yılında söylediğimizde; Çekoslovakya, Polonya’nın tıbbi malzemelerine el koyar mı? Veya işte el koyabilir mi? Ulus-Devlet bunu yapabilir mi? Uluslararası düzen ve hukuk var nasıl olur derken biz bunların hepsini yaşadık.

 

Peki,Amerika’nın Yeni Düşmanı Kim Olacak?

Siyaset teorisinde şöyle bir kavram var; Önce bir düşman yaratırsınız, onu şeytanlaştırırsınız ve bu şeytanlaşma üzerinden bir meşrutiyet devşirirsiniz. Amerika’nın düşmanlara ihtiyacı var mı? Amerika’nın kendi deyimiyle zaten düşmanı var. Âmâ yeni düşmanlarda bulabilir. Yani belli bölgelere müdahale edecekse şeytanlaştırmaya ihtiyacı olacaktır. Bugün İran olabilir. Başka bir gün Myanmar olabilir. Kuzey Kore olabilir. Mesela Afrika’da Amerika’yı daha aktif göreceğiz. Çin’in, Afrika yatırımları bu konuda önemli çünkü bir rekabet sahası var. Ve aslında tüm bu gelişmekte olan ülkelerde karşılaşmamış güçler var. Bugün Amerikan bürokrasisi dünyanın neresine giderse gitsin Çin yatırımlarını ve Çinlileri görüyor. Ve bundan rahatsız olması da çok normal.

 

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: SİNAN ERDOĞDU

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam