SON DAKİKA
reklam
reklam

Avrupa yeniden 'Korkunç Türk' masalına sığındı

Eklenme Tarihi: 3 Nisan 2017, Pazartesi - 13:00   Okunma Sayısı: 77189

İSTANBUL Türkiye'deki anayasa halk oylamasına iki hafta kaldı. 16 Nisan'da Türkseçmenler parlamenter demokrasiden cumhurbaşkanlığı demokrasisine geçişin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine karar verecekler. Türkiye'nin halk oylamasına götürdüğü konular, özellikle Türk toplumunun son 60 senedir mustarip olduğu şeyler dikkate alındığında hiçbir olağanüstülük arz etmese de, halk oylamasını uluslararası basından takip eden birinin bunu bilme imkanı bulunmuyor. Hem Avrupa'da hem de Atlantik'in öte tarafında basın, halk oylamasından ‘evet’ çıkması durumunda Türkiye'yi dini totalitarizmin beklediğine dair bir kabus tablosu çiziyor. Türkiye'deki gerçeklik ise uluslararası toplumun algısından tamamen farklı.

İngiliz tarihçi Mark Mazower Avrupa'nın 20. yüzyılına dair bir araştırma olan Dark Continent (Karanlık Kıta) isimli eserini yayımladığında, hemen hiç kimse başlığın ne anlama geldiğine dair bir açıklamaya ihtiyaç duymamıştı. Yayınlanma tarihi 1998'di, yani SSCB'nin dağılmasını takip eden yıllar. Sovyetler Birliği'nin sonunun gelmiş olmasından kaynaklanan birçok bölgesel çatışma, hâlâ kendi tabii süreçleri içinde devam ediyordu. Soğuk Savaş bundan sadece birkaç yıl evvel sona ermiş olduğundan, tam bir kabus olan bu dönem ve hatta ondan önce, bir Soğuk Savaş dönemini haber veren korkunç, canice çatışmalar hâlâ herkesin hatıralarında canlıydı.

Ama o zamandan beri aradan bir nesil geçti ve 20. yüzyılın felaketlerine dair hatıralar hafızalarda silikleşmiş görünüyor. Avrupa şu anda kıta genelinde, bundan yüz sene önce başına bela olmuş eski ırkçılık temelli popülist politikaların hortlamasına şahit oluyor. Avrupa'nın sağcı milliyetçilerinin yeni odak noktası ise son 600 senenin büyük bir kısmında korku pompalama konusunda çok kullanışlı olmuş kadim bir düşman: 'Korkunç Türk'.

Türkiye'yle ilgili yükselişte olan histeri, Avrupa medyasında senelerdir görülen bir hal olmanın ötesinde, sadece sağcılığın prim yapıp palazlandırıldığı mecralara münhasır değil. Görünüşe göre, başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın olduğu bir Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kabul edilme ihtimali, Viyana kapılarının Sultan Süleyman'a açılmasına denk bir durum. Avrupa medyası, yaptığı pek hararetli Türkiye tasvirleri bağlamında konuşacak olursak, kapılarını nesnelliğe uzun bir süre önce kapadı. Bunun yerine, ılımlı sol görüşlü yayınlar dahi okuyucularına korkuyla yüklü haberler sunarak bütün Avrupa değerlerine ters düşen, Avrupa'nın aydınlanmış medeniyetini bastırma tehdidinde bulunan, yükselen bir "İslami diktatörlük" portresi çiziyor.

Avrupa'nın çarpık Türkiye algısı bilgi eksikliğinden kaynaklanmamakla birlikte, Avrupa basınında Türkiye hakkında çıkan makalelerin arasında objektif olanları görmek artık son derece zor. Uluslararası kitlelere hitap etmek için Türkiye hakkında yazılıp çizilen şeylerin çoğu kötü niyetli ve okuyuculara kasten olumsuz ve tek taraflı bir içerik sunulmakta. Bu hal o kadar uç bir noktaya savrulmuş durumda ki bu bahsettiğimiz trende dahil yazarların "tarafsız" olduğunu düşündüğü makaleler ve haber metinleri hiç de tarafsız değil ve bu kişileri yazdıklarından dolayı eleştirenler de şeytanlaştırılıyor. Bu da hem kötü niyet gösteriyor hem de dışarıya kapalı entelektüel/zihni bir baloncuğun içinde oldukları anlamına geliyor.

Ayrıca Avrupa'da veya başka bir yerde olsun, birçok yabancının Türkiye'yle ilgili ulaşabildiği bilgiler ya önyargılı ya da eksik. Okuyucuların algısını etkileyebilmek için, partizanca içerikler Türkiye'yi kasten olumsuz bir tarzda yorumluyor. 'Eksik bilgi' veren cephe ise Türkiye'deki herhangi bir olay hakkında sadece tek bir açı sunuyor: Olayla ilgili bilinen gerçekleri kapsamlı bir şekilde sunmuyor ya da olayın tarihi, siyasi veya sosyal bağlamını vermiyor. Zira bunların yapılması, okuyucunun durumu farklı bir açıdan anlamasına sebep olabilir.

Sıkça rast geldiğimiz bir argümana göre gazetecilik, özellikle günümüzün 'internete doymuş' 24 saat kesintisiz haber döngüsü içinde böyle derinlikli içerik sunamaz veya sunmamalı. Böyle kapsamlı bilgilerin tam da okuyucuların istediği şey olduğu ve ayrıntılı, baştan sonra bir bağlama oturtulmuş bilgi sunmanın gazetecilerin profesyonel sorumluluğu olduğu iddiasında bulunmak istiyorum. Aslında günümüzün harareti tavana vurmuş, 'hiper' derecede küreselleşmiş haberciliğinde, derinlikli bilgi sunmak çok daha büyük bir öneme sahip.

Buna basit bir örnek verebilirim: Avrupa veya Kuzey Amerika'da sokakta rast gelinen herhangi bir kimseye, Türkiye'nin nasıl bir siyasi sisteme sahip olduğu sorulsa, bu kişinin vereceği cevap büyük ihtimalle 'bir tür otoriter diktatörlük' olacaktır. Hatta muhtemelen 'din temelli, otoriter diktatörlük'. Bu kişiye bu cevabından sonra Türkiye'de 1950'den beri özgür, adil, açık ve şeffaf seçimlerin yapılageldiği söylense çok şaşırırdı. Sokaktaki vatandaşların Türkiye'ye dair bilgi eksiklikleriyle ilgili, okulda aldıkları eğitim ancak kısmen suçlanabilir. Çünkü okul yıllarında Türkiye'yle ilgili muhtemelen 'çok az-hiç' skalasında bir yere denk düşen derecede bilgiye maruz kalmışlardır.

Başka bir deyişle, Türkiye'nin siyasi sistemiyle ilgili temel yanılgıya dair suçlanması gereken, günümüzün uluslararası basını ve uluslararası basının haber içeriklerini yerel seviyede yayan medyadır. Mesela bir New York Times (NYT) Türkiye'nin, -hâlâ- vatandaşların oylarını özgürce kullanabildiği ve bu oyların da alenen sayıldığı bir demokrasi olduğu gerçeğini ne sıklıkta yazıyor? Oysa Türk demokrasisinin fiili mekanizmalarını inceleyen herhangi bir kimsenin kendi kendine hemen öğrenebileceği çok temel bir hakikat bu.

Ama NYT ve diğer uluslararası yayınların, Türkiye'de yapılan seçimlerin demokratik niteliğini görmezden gelmelerinin sebebini tahmin etmek zor değil. Konuyla ilgili mantık silsilesi şöyle kurulabilir: Evvela, Türkiye'de yapılan seçimler demokratikse, o zaman siyasi liderler de vatandaşları gerçekten temsil ediyor demektir. İkincisi, aynı siyasi parti demokratik seçimleri tekrar tekrar ve büyük farklarla kazanıyorsa, demek ki Türk vatandaşlarının çoğunun bu partiyle ilgili genel anlamda bir hoşnutsuzluğu söz konusu değil. Üçüncüsü, Türk seçmenlerin önündeki diğer alternatifler, iktidardaki partiden çok daha az oy alıyorsa, bu alternatifler Türk seçmeninin çoğunluğu için bir tercih unsuru değil demektir. Son olarak, bütün bu gerçeklere bakacak olursak, yabancı gazeteciler okuyucularına Türk hükümetinin şu veya bu sebepten 'korkunç' olduğunu söylüyorsa, o zaman bu gazetecilerin okuyucularına bu tür fikirleri aktarmalarının arkasında başka motivasyonların olması gerekir. Belli ki Türk seçmenler, yabancı gazetecilerin değerlendirmelerine katılmıyor.

Okuyucu Türk seçimlerinin demokratik bir şekilde yapıldığını öğrenirse kolaylıkla aynı mantığı yürütecek ve nihayet bu tarz yayın yapan gazetecilerin ve yayınlarının ardındaki itici gücü sorgulayacaktır. Bu gazeteciler yaptıkları yayınlarda Türkiye'nin seçim sistemini ayrıntılı bir şekilde tartışmaktan kaçınıyor; yaptıkları tek şey, bir yerlerde bir şeylerin ‘hileli’ olduğunu ima edip durmak. Türkiye'nin seçim sisteminin bir şekilde ihlal edildiği söylentileri ilk defa Haziran 2013 Gezi parkı protestoları sırasında ortaya çıkmıştı. Uluslararası basın hemen bu söylentilerin üstüne atladı ve özene bezene işlemeye koyuldu. Bu, NYT gibi uluslararası yayınların son dört senede müracaat ettiği, gerçeklere dair sorumluluktan kolayca kaytarma yolu oldu.

Fakat Türkiye’deki halk oylamasının ve Avrupa'da gerçekleşecek diğer üç-dört ulusal seçimin yaklaştığı şu son zamanlarda, Bulgaristan'dan Fransa'ya, kıta genelinde Türkiye'yi hedef alan söylemler daha açık biçimde bağnaz, ırkçı ve hatta daha şiddetli bir hale gelmiş durumda. Bundan birkaç ay önce Avrupa medyası ve siyasi liderliği, Türkiye'nin anayasa halk oylamasının kendi yetki alanlarına girdiğine hükmetti. Böyle bir hükmün sonuçlarından birkaçını şöyle sayabiliriz: İslami bir diktatörlüğün üstümüze üstümüze gelmekte olduğuna dair çılgın iddialar, çeşitli ülkelerin basınlarında veya resmi organizasyonlarında boy gösteren ırkçı karikatürler, PKK ve DHKP-C gösterilerindeki artış (ki PKK'nın AB nezdinde 'terörist örgüt' kategorisinde olduğunu unutmayalım) ve hatta Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik şiddet kullanılacağına dair tehditler. Avrupa'nın zihinsel süreçlerine yeniden ırkçı içgüdüler tahakküm ediyor.

Kısacası, Avrupa'nın kendi kadim şoven eğilimlerinin üstesinden gelebilecek kabiliyete sahip olup olmadığına dair o eski sorular, bentlerini yıkarak tekrar bir sel olup akmaya başladı. Avrupa'nın din savaşlarının dinler arası şiddeti sona erdirememesi gibi, dünya savaşları ve Nazizm de ne ırkçılığa ne de hayatiyetini ırkçılıktan alan siyasi damara bir son verebildi. Son derece dikkat çekici bir şekilde, bu rahatsız edici gelişmeler uluslararası basında sadece, genişletilmiş bir “Avrupa sağında yükseliş” perspektifiyle görülüyor ve bu sürecin doğrudan Türkiye karşıtı bütün unsurları büyük ölçüde göz ardı ediliyor.

65 yıldır NATO müttefiki olan bir ülkenin demokratik yollardan seçilmiş lideri, bir Avrupa ülkesinde düzenlenen gösteride kafasına silah dayanmış bir şekilde resmedildiğinde, NYT böyle bir hadiseye gözlerini nasıl tamamen kapatabiliyor? Hem de bu liderin öldürülmesi çağrısını yapan örgüt, hem ABD hem de AB tarafından resmen 'terörist' olarak tanınıyorsa, burada NYT’nin ya da Avrupa basınının haberleştireceği bir şey yok mudur? Son olarak, NYT'deki ve diğer uluslararası haber kaynaklarındaki bu bariz çifte standartları gördüklerinde, bu basın-yayın kuruluşlarının nihai maksatlarına dair duydukları şüpheler için Türk vatandaşlarını kim suçlayabilir?

[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir. Tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır. 20. yüzyıl Türk tarihi, Türk-Amerikan ilişkileri ve 19.,20. yüzyıl dünya tarihi özel olarak odaklandığı araştırma alanlarıdır]

 
Kaynak: AA
Editör: AA

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam