SON DAKİKA
reklam
reklam

AĞLAYAN ÇOCUK

Köşe Yazarı: HAVVA LAKUTOĞLU   Eklenme Tarihi: 18 Şubat 2019, Pazartesi - 10:29   Okunma Sayısı:

Günlerden pazar ve tatil; pazar gününü değerlendirmenin en güzel yolu bence sinemaya gitmektir.

İyi bir film popcorn ve siz.

Filmin ilk on dakikası yeter artık dedirtse de, devamı iyi gelirse ne ala.

Filmin sonunda duygularımız, tutumumuz hep beklentimiz doğrultusunda şekillenir.

Filmde ne istediğimizi bulmak,  algımızdaki beklentimizin şekil bulmasıyla bizi mutlu eder. Ama şekil farklıysa o zaman gerisi hüsrandır.

Şimdi düşünüyorum çocukluğumun ağlayan çocuk tablosu. Masum bir yüz ve gözyaşı.  Tabloya her baktığımda içim sızlardı.

Kapılar var ardımda bıraktığım ve çoktan misafir olduğum. Duvarlarında çocukluğumun sesi, annemin, babamın, ablalarımın sesi ve yine duvarında ağlayan çocuk tablosu.

Şimdilerde bazen çalmaya korktuğum ve ardımda bıraktığım bu kapılar o zamanın mutluluklarına açılmıyor. Çünkü çoğu insan artık yok! Ama korkmuyorum inatla kapıları çalıyor ve unutmamak için yüzleşiyorum.

Çocukluğumdan içselleştirdiğim tablonun filmini yapmışlar. Üstelik de bir korku filmi.

Bu küçücük çocuk için hep “mutluluk yakında seni bulacaktır” diye düşünürken keşke elimde sihirli bir değnek olsa da yüzünü güldürebilsem diye düşündüğüm bu gözü yaşlı çocuk, şimdi bir korku film karakteri oldu; Bu bir ironi.

Zihnimizde tüm döküntüleri temizlerken bazıları anı olarak yerini koruyor.

Bizler 70’lerde 80’lerde doğanlar bugünün anne ve babaları. Kendi zamanımızı yâd ederken bazen güzel, bazen ah çektiğimiz günler bugün kendi çocuklarımıza başka bir dünya hazırladı. Duvarımızdaki ağlayan çocuk tablosu bizlerin duygusal çocukluğumuzun sanki bizim yerimize ağladığı günlerdi.

İtalyan ressam Bruno Amadio’nun 1950’lerde yaptığı “Ağlayan Çocuk” tablosu bir dönem duvarları süslerken bugünün senaristleriyle lanetli olan oldu.

Teslim olmak tam da bu işte!  Bize sunulanı hep at gözlükleri ile görürüz. Önce masum bir çocuk gördük, sonra kötü çocuk olarak bize izletmeye çalışıyorlar.  İşte bu yüzden etrafımızda olanları top patlasa bile duymuyoruz.  Günü ve zamanı gelince de bu sessizlikte iz bırakmadan göçüp gidiyoruz.

Bu eser 1980 yılında İngiltere’de asılı bulunduğu evlerde yangın riski taşıdığı için lanetlendi.

Sonrasında ise The Sun gazetesinin çağrısı ile tablolar toplanıp yakma törenleri düzenlendi.

Vizyona giren Velvet Buzzsaw(Kadife Testere) filmi de Ağlayan çocuk laneti hikâyesinden esinlenerek beyaz perdeye aktarıldı.

Öyle bir varmış, bir yokmuş tadında değil bu film; İçinde birçok insanın hatırası olan, masum bir tablonun katli sadece.

Bize yaşattıklarının dışında o duvardaki masum çocuk, bugün beyazperdeden yansıttıkları ile bizleri dumura uğrattı.

Aynı döngünün içinde dönüp duruyoruz, adı ruh kaybolması olan.   

Masum bir çocuk tablosu çizen ressam, o çizdiği çocuğun başına gelenleri bugün görmüş olsaydı kapitalizm denilen duygu yoksunundan çok korkardı herhalde.

Hesap kitap dünyasında başına gelecek şeylerden sen sorumlusun.

Bizler 70’lerin çocukları makineleşmedik. Hep duygulu, düşünceli ve romantik olduk. Değerlerimizi koruduk. Onlara saygısızlık edenleri de hiç değilse bir iki kelamla kınadık.

Ben bu yazıyı bizlere sevmeyi öğreten, acının en alasını tattıran Cemal Süreya’nin kalbiyle bağlantısını kaybetmediği dizeleriyle bitireceğim “Kimse benimle oynamıyor diye ağlayan çocuk. Sen hele büyü! Bak ne oyunlar oynanacak seninle”

Sende büyüdün ve bedelini ise üzerinden oynanan bir sürü oyunla ödedin ağlayan çocuk.

Duvardaki ağlayan çocuktan sıkılanlar duygusal hayatlarımıza başarısız bir proje ile imza atmaya çalıştılar. Ama tutmadı. 

 

 

 

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam