SON DAKİKA
reklam
reklam

Lâkaplarla yaşayanlar

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 23 Şubat 2019, Cumartesi - 10:53   Okunma Sayısı:

 

    Anadolu toprakları bol miktarda deli, çatlak ve meczup yetiştirmiştir. Yavuz Sultan Selim (1512-1520), sekiz yıl gibi bir hükümranlık süresinde Doğu Anadolu’yu, Güney Anadolu’da Ramazanoğulları Beyliğinden Adana, Tarsus ve civarını, Memlüklerden Elcezire, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz’ı alarak imparatorluk sınırlarını Afrika’ya kadar yaslamıştır.

    Oysa yine sekiz yıllık aynı süreyle imparatorluğun başında bulunan “deli” sıfatıyla hatırladığımız Sultan İbrahim (1640-1648), Girit Harekâtı’nı saymazsak ataları gibi sınır ötesine pek çıkamadığı gibi saray safahatına para yetiştirmek için memuriyetleri arttırmaya çıkarmış, bazı valileri haraca kesmiştir. Her ne kadar Sepetçiler Kasrı onun zamanında yapılmış ise de kendi adıyla anılan bir mimarî eseri de yoktur.

 

Sadrazamların lâkapları

    Osmanlı sadrazamları ilk dönemlerde isimlerinin önüne konulan garip lâkaplarla anılmışlardır. Bunlar arasında 15’inci yüzyılın Rum Mehmet Paşa (1466-1469)’sı başta gelir.

16’ncı yüzyılda yetişen ilginç lâkaplı sadrazamlar arasında Hadım Ali Paşa (1501-1503 ve ikinci kez 1506-1511), Frenk İbrahim Paşa (29.06.1523-14.03.1536), Semiz Ali Paşa (10.7.1561-28.6.1565) başta gelmektedir.

    17’nci yüzyılın sadrazamları arasında Ermeni Süleyman Paşa (19.08.1655-28.02.1656), Tekirdağlı Bekrî Mustafa Paşa (01.05.1688-25.10.1689)’yı sayabiliriz. 18’nci yüzyılın önemli isimleri arasında ise, Daltaban Mustafa Paşa (04.09.1702-24.01.1703), Boynueğri Seyyid Abdullah Paşa (24.08.1747-03.01.1750), Meyyit Hasan Paşa  (07.07.1789-03.12.1789)’yı sayabiliriz.

    Kör Yusuf Paşa (30.8.1798-24.4.1805 ve 1.1.1809-10.4.1811) ve Keçiboynuzu Ağa İbrahim Hilmi Paşa (14.11.1806-18.6.1807) ise 19’uncu yüzyılın başlarında sadaret makamında bulunmuşlardır.

 

Bir sadrazam: Kuyucu Murat Paşa

… Aralık 1606’da kendisine sadaret mührü verilmiştir. Yaşı 90’ı bulduğunda Celâli takibi esnasında at üzerinde uzun müddet duramadığı için kendisini bağlattırırmış… Azim sahibi, tecrübeli, icraatinde şiddetli ve acımasız, Osmanlı hanedanına sadıktır. Sultan Ahmet kendisine “baba” diye hitap edermiş. Hatta Murat Paşa’nın öldürmek istediği adamları kendisinden reca ederek kurtarmış.

    Öldürdüğü Celâlileri kazdırdığı derin kuyulara attırdığı için “Kuyucu” lâkabını almıştır. Celâlilerden 30 binden fazla adam öldürmüş, Anadolu’yu temizleyerek tehlikeli durumu önlemeyi başarmıştır

    Bir gün Celâlileri kendi çadırı önünde kazdırdığı çukurlara attırırken bir sipahinin atının terkisindeki çocuğu görür. Çocuğun yanına getirilmesini ister. Sonra çocuğa kim olduğunu sorar. Çocuk da kıtlık sebebiyle babasıyla birlikte Celâlilere katıldığını ve babasının şeştar (altı telli saz) çaldığını söylemiş. Murat Paşa gülmüş ve “baban belli ki, Celâlileri şevke getirmiş” dedikten sonra çocuğun öldürülmesini emretmiş.

    Maiyetindekiler öldüremeyeceklerini söyleyince Paşa, arkasındaki kürkü çıkararak çocuğu hendek kenarına götürmüş, öldürdükten sonra çukura atmış. Yerine gelip oturduktan sonra etrafındakilere;

 

    ---Kalenderoğlu ve Kara Said gibi eşkıya, analarından at ve mızrak ile doğmadılar. Onlar da böyle sabi idiler. Sonra büyüyüp âlemi fesada verdiler. Nice bin insanı öldürüp mallarını mübah saydılar. Bu oğlan bunlarla gezip bunların terbiyesiyle yetişmiştir. Büyüyünce bu fesadın lezzeti dimağından çıkmaz. Akıbet, bu da belâ olur. Fesadın kökünü kesmek, bu gibilerin yok edilmesiyle mümkündür, demiştir.   

 

II. Mahmut devri

    Öküz Mehmet Paşa olarak da bilinen Kara Mehmet Paşa ise 1619’da sadarete getirilmiştir. II. Mahmut devrinden itibaren bu şekildeki lâkapların pek kullanılmadığını görüyoruz.  Sonraki dönemlerde ve

 

Din etkisi

    En yüce din bile bizi hizaya getiremedi. Nice insan yalan söyleyip bir de üzerine yemin edebiliyor. Söze ve randevuya sadakat, yasalara itaat, adalete güven kalmadı. Büyüğe hürmet, küçüğe merhametten söz edemiyoruz. Mayamızı kim bozdu, kodlarımızla kimler oynadı bizim? Nasıl geldik bu hale? Hadi canınızı sıkmayayım, başka şeylerden bahsedeyim:

    Kullanılan sözcükler gerçeği yansıtan nitelikte ve günümüzde geçerliliğini koruyan özelliktedir. (Örneğin; Benim yalanlarım senin doğrularını bastırır… Korktuğumuz ölüm yaşamı dengeler… İnsan hata yapa yapa daha iyi insan olur…)

 

Sonuç

    Kurallar günümüze kadar değişik aşamalardan geçerek gelmiştir.  Kuralların yer edebilmesi için cezalandırma kaçınılmaz olmuştur. Bu cezalandırma geçmiş dönemlerde el kesme, döverek hizaya getirme, kellesini alma, prangaya mahkûm etme, sürgüne gönderme gibi yöntemlerle vücut bulmuştur. Bu uğurda nice sadrazamın başı toprağa düşmüştür.

    Tarihimizle elbette övüneceğiz; ama kafası hiç basmayan memleketi borca sürükleyen, can alan sadece sıfat sahibi olan padişahları nereye dahil edeceğiz?

    Cumhuriyet döneminde de yaptıkları birtakım çatlaklıklarla “Matkap, II. Neron” gibi lâkaplarla anılmaktan hoşlanan tipler de yetişmiştir. Etrafındakilere devamlı bağıran, aldığınız paranın hakkını verin diye çıkışan, “meşveret”i bir yana koyarak sadece emir verip tepeleyen büyük adamları (!) hepimiz görmedik mi? Kimse onlara “Ne bağırıyorsun be adam? Türkiye seninle mi var oldu? Senden önce de vardı ve bundan sonra da var olacak” diyemedi.

    Bunun adı yönetim değil “güdüm” idi. Güdüldük. Hatta bizi güden çobanımız bile oldu. Küresel değerleri benimseyemediğimiz sürece güdülmeye de devam edeceğiz.

 

 

 

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam