SON DAKİKA
reklam
reklam

Beyazperdenin Kızılı Ken Loach (I)

Köşe Yazarı: Sinan ERDOĞDU   Eklenme Tarihi: 24 Haziran 2019, Pazartesi - 11:31   Okunma Sayısı:

Ayaktakımı, Ülke ve Özgürlük, Carla’nın Şarkısı, Benim Adım Joe, Ben Daniel Blake … Bu filmler aklımıza bir ustayı, dünya görüşünden dolayı “Sosyalist Yönetmen, Kızıl Yönetmen” gibi lakaplarla anılan saygıdeğer yönetmen Ken Loach’u hatırlatıyor bizlere. Usta isim 2019 tarihli yeni filmi olan Sorry We Missed You ile beyazperdeye geri dönüyor. Eleştirel tarzını koruyan Loach’ın bu yeni filminde mali krizle baş etmeye çalışan bir ailenin hikayesini konu edinilmekte. Film Kasım 2019’da Türkiye’de de vizyona girecek. Ken Loach’ın filmleri çoğunlukla sıradan insanların dünyasına ilişkindir; ne bir hayal kahramanı vardır bu filmlerde ne de sadece filmlerde yaşanabilecek abartıdaki büyük duygular. Herhangi bir insanın yaşamındaki gerçekler kadar yalansız, abartısız ama bu gerçekler kadar da acımasız bir dünyadır anlattığı. Masala, hayale, yalana hiç yer yoktur onun filmlerinde, çünkü bu dünyaya dair filmlerdir bunlar; açlığın, yoksulluğun, baskının ve her biçimden savaşın gerçeğiyle her gün iç içe yaşayan milyarlarca insanın dünyasına dairdir.

Bu gerçekçilik, İngiliz sinemasının pek de yabancı olmadığı bir tarzdır aslında. İşçi sınıfının doğduğu bu büyük ülkede ta 1930’lardan itibaren John Grierson, Paul Rotha ve Harry Watt gibi yönetmenlerin öncülüğünde gelişen yarı belgesel sinema akımı, cesur ve duyarlı bir yaklaşımla hayatın gerçeklerine, sıradan insanların sorunlarına çevirmiştir kameralarını. Fakat, 1950’lerden itibaren, dünyanın diğer taraflarında olduğu gibi İngiliz sineması da Amerikan kuşatmasına direnemeyip, bütünüyle Hollywood’a teslim olmuştur. Bu yanıyla, İngiliz sinemasının kendi geleneğine dönüşü olarak, ayrı bir önem taşır. Loach’ın ülkesi İngiltere’de tanınma oranı diğer ülkelerdekinden sadece biraz daha fazladır; o da hemen her filminde karşısına çıkartılan engeller, İngiliz sağ kesiminin acımasız eleştirileri, bizim hiç de yabancısı olmadığımız ‘vatan haini’ derecesine varan suçlamalar gibi sinemasından çok politik kişiliğine yönelik saldırılar sebebiyledir. Gençlik yıllarında tiyatroyla başlar ve oyunculuk, yazarlık ve yönetmenlik yapar bir dönem. 1960’larda yeni bir yapılanma sürecindeki BBC’ye girmesi ve burada İngiliz televizyonculuğunun efsanelerine dönüşen Hugh Greene’in genel müdürlüğünde Tony Garnett ve Roger Smith’le tanışması günümüzde hâlâ devam eden büyük yönetmenlik serüveninin başlangıcı olur.

Up the Junction ve Cathy Come Home isimli iki televizyon draması büyük etki oluşturur. Televizyonu eğlence ve kitleleri uyutma aracı olarak gören kimi yorumcular ve sağ yazarlar ağır eleştirilerde bulunsa da, özellikle evsizlik sorununu ele aldığı Cathy Come Home, toplumsal bir sorunu ele alışındaki başarısıyla izleyicilerden büyük ilgi görür. Bu başarısı BBC dışındaki ilk filmi olan Poor Cow’da (1967) sinema endüstrisinin ticari kurallarına boyun eğmesiyle biraz gölgelense de, iki yıl sonra çektiği Kes/Kerkenez filmiyle bağımsız üslubunu ilan eder. Oynayacakları sahne dışında senaryonun bütününü film bitene kadar görmeyen ve üstelik profesyonel olmayan oyuncularla ilk kez bu filmde çalışır; daha önce BBC’de denediği uzaktaki bir gözlemci gibi varlığını hissettirmeyen kamera kullanımını bu filmde iyice belirgin hale getirir. Gazeteci -Yazar Anthony Hayward’ın Ken Loach ve onun filmlerinde çalışma şansını bulmuş birçok insanla yaptığı görüşmelerle hazırladığı ve ülkemizde sinema kitaplığı adına çok faydalı işlere imza atmış olan; Agora Kitaplığı tarafından yayımlanan Hangi Taraftasınız: Ken Loach ve Filmleri isimli kitap, bu sıra dışı yönetmenin ilginç dünyasının yanı sıra İngiltere’nin yakın tarihine ilişkin önemli birçok şeyi anlatıyor. (Devamı yarın)

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam