SON DAKİKA
reklam
reklam

Üç deprem bir hayat

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 16 Kasım 2019, Cumartesi - 09:24   Okunma Sayısı:

   1976-1978 yılları arasında görev yaptığım Erciş’te Çaldıran-Muradiye depremini yaşamış ve dağ köylerindeki yaralıların hastanelere taşınmasında, dönüşte yardım malzemesi götürülmesinde görevlendirilmiştim. 1992’de Erzincan depremini gördüm. 1999 Yalova depreminde Beşiktaş kaymakamlığınca yapılan yardım malzemelerinin sevk ve dağıtımında fiilen ve gönüllü olarak görev aldım.

 

Aksaklıklar peş peşe gelir

     Aslında biz her yaz orman yangınlarına maruz kalırız. Yangın başlar, hektarlarca alan kül olur, ne hikmetse dış ülkelerden yangın söndürme uçağı talep etmeyiz. Deprem olduğu zamanlarda da civar ülkelerden gelen yardım tekliflerini zamanında değerlendirmeyiz. Belki de reaksiyon süremizi ölçmek için yaparız bu geç kalmışlığı (!). Tenkidi pek sevmeyiz ama yardım malzemesi dağıtımında da sınıfta kalırız.

    Sonrasıyla artçı depremler boy göstermeye başlar. Çatlağı olan göçmeye hazır binaların yıkılmasına yardım eder bu seriler. Bir yandan yardım malzemeleri dağıtılırken kapışılmasına, politikacıların uzayıp giden ev vaatlerine ve suçlu aranmasına tanık oluruz.

    Hükümet yetkilileri üzerlerine yöneltilen ağır kamuoyu baskısını püskürtmek için ardı ardına açıklamalar yapar. Eğer ölümler olmuşsa ivedilikle birkaç müteahhit bulunur ve suçlu olarak ilan edilir.

    Oysa biz sistemi tartışmayız. Onlara bu ruhsatları veren, müteahhitlerin masasında yemek yiyen, ona yağ çeken, binanın açılışına katılan kamu görevlilerini, ruhsat veren ve gerekli denetimleri yapmayan belediye görevlilerini araştırıp sorgulamayız. Bu kör döğüşü içinde bir on yıl daha geçer.

 

Neyi konuşmalıyız?

    “Deprem vergisi neden deprem için kullanılmıyor”u değil “deprem için bugüne kadar neler yapıldı”yı konuşmalıyız. Yapılmış olanlar da yılların birikmiş sorunlarını çözmeye yeterli değil galiba? Kriz masalarında genellikle “kriz tip”ler bulunduğunu görmüşümdür hep.

    Eğitici ve kamu düzenini sağlayıcıların ne kadar eğitimli olduklarına güzel bir örnek (!) ise, zaten üzüntülü ve hâlâ şoktan çıkamamış vatandaşa copla vuran polisin davranışı olur. O halde öncelikler arasına kamu düzenini sağlayıcıların ve eğiticilerin eğitimini de koymalıyız.

    Yalova depreminde büyük yangınların çıktığına tanık olmuştuk. İstanbul gibi bir metropolün daracık sokaklı mahallelerinde meydana gelebilecek doğalgaz yangınını düşünebiliyor musunuz? Bu sokaklara koca koca itfaiye araçlarının girmesi mümkün olmayacağına, bu sokaklardaki araçlar da hemen tahliye edilemeyeceğine göre havadan söndürme önlemleri gözden geçirilmelidir.

 

Diğer tedbirler

    Yaraların sarılmasında herkes için en geçerli meta, eldeki paradır. Biriktirdiği birkaç kuruşunu bankada bulunduran bir insanın depremde hissedebileceği para ihtiyacını anlatmaya gerek var mı?

    Elektrikler kesilmiş, banka görevlileri kendi dertlerine düşmüş veya bankanın bir bölümü hasara uğramış. Bankamatiklerden yararlanılamıyor. Böyle bir durumu düşünelim: Normal zamanlarda test ve tatbikatlarla denense de aksaksız çalışacak bir para tamamlama sisteminin (ekip, araç, zamanlama) depremin hemen sonrasında devreye girmesi çok önemlidir.

    Özellikle İstanbul’da vuku bulacak bir deprem için hava köprüleri oluşturulmuş mudur? Ağır hasar gören bir hastaneden diğer hastanelere hasta nakli veya büyük ölçüde yıkıma uğramış bir bölgeden kurtarılan depremzedelerin hasar görmemiş hastanelere sevki, bu tesislerin civarında olması gereken iniş pistleri planlamaya alınmıştır herhalde. Yine çok önemli bir husus da deniz ambulanslarının ihdas edilmesi, ambulans trafiğinin düzenlenmesi, yedek yanaşma yerlerinin belirlenmesidir.

 

Planlar

    Tahliye planları yapılmış olsa bile uyarı levhalarıyla belirtilmiyorsa, genel yayın organlarında halka anlatılmıyorsa, halk bilinçlendirilmiyorsa sonucun iyi çıkacağını söylemek yine doğru olmayacaktır. Yoksa birileri çıkar, kıyılarımızın bu önemli noktalarını barınak veya otopark olarak kullanmaya kalkışır ya da mafya kendi kontrolüne alır.

    Son Van depremi nedeniyle basında çıkan haberlerde deprem öncesi ve sonrası “toprak yanması”ndan söz edilmişti. Bu tür olgular insanlarda tedirginlik ve panik yaratacaktır. Bilim adamlarımızın hemen yapacakları inceleme ve açıklamalar halkın yüreğine su serpecektir.

 

Etkileyici görüntüler

    1999 Yalova depreminden hemen sonra çoğumuzun hatırlayacağı bir olaydan oldukça etkilenmiştim. Televizyon muhabiriyle konuşan orta yaştaki bey, “Düne kadar her şeyim vardı. Aile büyüklerim, eşim, evim, çocuklarım... Hepsini kaybettim. Bugün sadece elimde bu fener var” demişti.

    23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen Van depreminde ise bir hanımın sözlerinden çok etkilendiğimi belirtmek istiyorum. Evleri çökmüş, çocuklarıyla dışarıda kalmıştı. Aşları yok, sırtlarında giysileri yoktu. “Üşüdüğüm zaman ısınmak için yazı düşünüyorum. Çocuklarımdan böyle düşünmelerini nasıl bekleyebilirim?” diyordu.

 

Sonuç

    Son depremde görüldüğü üzere yine devletin ilgili birimleri iletişimin sağlanması konusunda zafiyet içinde görülmüşlerdi. Toplanma bölgeleri konusunda ise rakamlar abartılıydı.

    Biz yine de köşe dönmeci zihniyetin mensuplarından, kısa zamanda zengin olma hırs ve hayaline kapılanlardan, inşaat işçisinden müteahhidine, kamu görevlisinden denetimcisine kadar uzanan zincir içindekilerden meşru kurallar içinde kalmalarını bekleyelim ve onları uyarmış olalım.   

    Hırsla savaşmak güçtür; çünkü istediğini can pahasına satın alır.* 

* Herakleitos, “Antik Felsefe”, Kranz, Walter, Çev: Baydur, Suad. Y, Dünya Klasikleri Kültür Dizisi, İstanbul,

   Mayıs 1984, s: 68

 

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam