En son ne zaman mektup aldınız ya da gönderdiniz, hiç düşündünüz mü?
Maillerin, whatsapp, messenger ve sair sosyal medya mesajlarının sıradanlaştığı bir çağda mektubun adı artık sadece eski ama asla eskimeyen şiirlerde ve şarkılarda geçiyor.
Mesela Âşık Veysel, şöyle diyordu şiirinde:
“Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan
Gözletme yolları gel deyi yazmış
Sivralan köyünden bizim diyardan
Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış”
Mektubun adı anılmasa da maillerde ve sosyal medya hesaplarındaki “Gelen Kutusu” ya da “Mesajlar” bölümlerinde görsel olarak mektup resmi kullanılıyor. İletişim değişerek devam ediyor ama Türkçe katli bu mesaj ve maillerde son sürat devam ediyor.
Mesajlarını yazarken tüm harfleri büyük yazan mı dersiniz, “de” ve ”da”ların, “ki”lerin hangi durumda ayrı yazılması gerektiğinin önemsenmemesi mi dersiniz, ne ararsanız var bu mesajlaşma yönteminde.
Mektuplaşırken de türlü imla hataları, Türkçemizi yanlış kullanma örnekleri veriliyordu muhakkak ama yazı güzelliğine daha bir dikkat edilmiyor muydu?
Mektuba güzel koku sürmek, sevgiliden gelen mektubun koklanarak hasretin dindirilmeye çalışılması, askerden gelen mektubun okunmasıyla annelerin gözlerinin nemlenmesi ve mektup içindeki resimler, paralar, şiirler gibi ek yazılar mektuplaşma iletişiminin en samimi güzellikleriydi, haksız mıyım?
İntizar’ın “Beni Mektupsuz Koyma” şarkısı da meşhurdu bir zamanlar, 2000 yılında çıkan “Gece Nemi” albümündeydi bu şarkı. Sözleri şöyleydi:
“Beni mektupsuz koyma
Beni hasrete boğma
Arada bir ararsam seni
Ne olur kötü konuşma!”
Marquez’in “Albaya Mektup Yok” öyküsü de mektubu hatırlatır bize. Ülkesi için yıllarını askerlikte tüketmiş bir albayın bir türlü gelmeyen emekli aylığını beklemesi anlatılır bu öyküde.
“Aşk mektuplarından çok bahsetmedin!” diyenleri duydum, şimdi bahsediyorum işte! Evet, mektupla sevdasını açıklamaya çalışan ama bunu da binbir zorlukla yapan âşıklar da vardı elbette. Olaya Abdurrahim Karakoç gibi bakan yüreği hassas âşıklarsa üstadın şu sözlerine katılıyordu:
“O bana mektup yazardı, ben ona mektup yazamazdım. Elin kızının evine mektup mu gönderilir, ayıptır. Yaşadığı şehirde bir gazete çıkardı, ben o gazeteye şiirler yazardım. Herkes şiir diye okurdu ama Mihriban bilirdi ki kendine mektuptur onlar.”
Şimdi sevgiler -ne kadar sevgiyse?- kolayca ifade ediliveriyor. Mail ve mesaj yoluyla da sevgi ifade edilir, neden olmasın, yeter ki Türkçeye ihanet edilmeden ve namuslu, dürüst duygularla yazılsın.
Biliyorum, kimse artık “Bir Bahar Akşamı” şarkısındaki şu sözlerle seslenmiyor sevdiğine:
“Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz?”
Bir de yazarların, sevdiklerine yazdığı mektuplar vardır. Hele ki bizim gibi, yazarlarını hapishane imtihanına tutmasıyla bilinen bir ülkede yazılan mektuplarsa bunlar...
Mesela; Sabahattin Ali’nin, eşi Aliye Hanım’a yazdığı mektubun içinde şöylesi bir cümle var ki vurulmamak mümkün değil:
“İnsan başkalarına yardım ettiği, başkalarını sevdiği kadar yükselir. Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek…”
Vardır efendim vardır, böylesi âşıklar da vardır ve inanınız bu çağda bile!
Zeki Müren’in Kahır Mektubu’ndan, Hakkı Bulut’un Son Mektup’undan, Urfa Sıra Geceleri’nde okunan “Bir mektup yazdırdım Urfalı kızına” türküsünden bahsetmedim diye gücenmeyin bana, onları da siz araştırın ve sevdiğinize bir mektup yazmadan, ondan bir mektup almadan dünyadan ayrılmamaya bakın! Elinizdeyse tabii!