SON DAKİKA
reklam
reklam

Seçkinlerin egemenliği mi ? Güçlü bir irademi ?

Köşe Yazarı: YASİN KOÇ   Eklenme Tarihi: 24 Ekim 2020, Cumartesi - 12:58   Okunma Sayısı:

Başka milletlerin peygamberleri olmasına karşılık Yunanlıların filozofları olduğu söylenmiştir.

Gerçekten de Antik çağ Yunanlıları kendileriyle aynı çağda yaşayan çeşitli milletlerin tanrı-kral görüşlerini ve teokratik rejimlerini tanımalarına rağmen hiç bir zaman benzeri bir siyasal kuruma sahip olmamışlardır. Onların kendilerinin yakından bildikleri ve yaşadıkları şey, önceleri krallık ve aristokrasiler, bunların arkasından aristokratlarla geniş halk tabakaları, yani tüccarlar, zenaatkârlar ve köylüler arasındaki kronik siyasi mücadeleler ve bu mücadeleler sonucunda ortaya çıkan ve demokrasi diye adlandırdıkları siyasal yönetim biçimidir.

Yunanlılar, kendilerine özgü olan ve dünyaya hediye ettikleri bu yeni kavram ve uygulamayı yine büyük ölçüde kendilerine özgü olan site (şehir) devleti (polis) içinde gerçekleştirmişlerdir.

Antik Yunanistan’da küçük, bağımsız şehir devletleri içinde soylularla ticaret ve sanayinin gelişmesi sonucu ortaya çıkan burjuva sınıfı arasındaki siyasi iktidar mücadeleleri M.Ö. VIII. yüzyıldan itibaren başlamış ve aşağı yukarı üç yüzyıl sonra başta Atina olmak üzere birçok Yunan şehir devletinde geniş halk kitlelerinin siyasal egemenliği eline geçirmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak şehir devletleri içinde rakip sınıflar arasındaki bu kronik mücadeleler, bu mücadelelerin yarattığı gerginlik ve sürekli iç savaş durumu, bunların yarattığı istikrarsızlık, toplum hayan için hayati değere sahip mevkilere yeteneksiz insanların seçilmesi, kitlelerin güzel konuşan birtakım şarlatanların peşinden bilinçsizce sürüklenmesi vb. olgular başta Sokrates, Platon olmak üzere bir çok Yunan düşünürünü halkın kendi kendisini yönetebileceği görüşünü şüphe ile karşılamaya ve demokrasiye karşı seçkinlerin, uzmanların, teknokratların yönetimi diye adlandırabileceğimiz bir siyasi rejim fikrini savunup geliştirmeye itmiştir.

Böyle bir yönetim anlayışının bayraktarlığını yapan büyük Yunan siyaset filozofu Platon’a göre gerçek bir ahlak ve mutluluk, gerçek bilgiye dayanır. Sokrates’in iyi bir öğrencisi olan Platon, ondan almış olduğu ‘Erdem bilgidir’ ve ‘Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz’ görüşlerini siyâsete de uygular: Ahlak gibi siyaset de bir bilimdir, bir uzmanlıktır. Devlet veya toplum, Platon’a göre ‘büyütülmüş insan’dır.

O halde iyi bir devlet kendisinde bu üç kısma karşılık olan üç sınıfın bulunacağı ve bu sınıfların birbirleriyle barış ve uyum içinde yaşayacağı devlettir.

-Devlette akıllı ruha, yöneticiler sınıfı tekabül eder.
-Devleti dışarıya ve içeriye karşı koruyacak olan savaşçılar sınıfı kısmın karşılığıdır.
-Nihayet bu iki sınıfın hayatlarını devam ettirmeleri için muhtaç oldukları şeylerin üretimini yapacak olan bir sınıf. Bu sınıf işçi, köylü, tüccar, her türlü zanaat ve serbest meslek sahibi insanı içine alır.

İyi bir toplum da içinde bu sınıflar arasında sosyal çatışmanın, sınıf kavgasının bulunmadığı toplumdur.

Gelelim en önemli soruya, ‘Kim yönetmelidir?’

Platon bu soruya, tahmin edilebileceği gibi ‘Aydınlar’ diye cevap verir. Aydınların neden yönetmelidir? Çünkü onlar insan ruhunda en üstün olan kısmı, akıllı kısmı temsil ederler ve yönetim bilimi denen bilimi, yönetim uzmanlığı denen uzmanlığı öğrenme, bilme ve uygulama kabiliyetine sahiptirler.

Platon insanların doğa ve kabiliyet bakımından eşitliklerine inanmaz.

Fakat bu öncülün doğru olduğunu gösteren ne tarihsel, ne kuramsal bir kanıt vardır. Tarihsel kanıt yoktur; çünkü geçmişte iyi yöneticiler veya başarılı devlet adamları olarak kabul edilen insanların çoğunun özel bir teknik, akademik siyasi eğitimden geçmiş oldukları tezi olaylar tarafından doğrulanmadığı gibi, siyaset bilimi alanından gelen, yani siyasi şeylerin doğasının bilgisine başkalarından daha büyük ölçüde sahip olan veya sahip olduğu kabul edilen birçok yöneticinin son derece kötü yönetim örnekleri verdikleri de bir sır değildir.

Hatta büyük İslam filozofu İbni Haldun Mukaddime adlı ünlü eserinde bilginlerin, insanlar arasında siyasetten en az anlayan, dolayısıyla bu alanda başarılı olma şansı en az olan insanlar olduğu konusuna son derece ikna edici gözlem ve düşüncelerinden oluşan özel bir fasıl ayırır. Bu kitabın yazarının kendi şahsi tecrübeleri de bir hükümetin başarı şansının içinde bulundurduğu akademisyen veya uzmanların sayısı ile ters orantılı olduğu yönündedir.

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam