SON DAKİKA
reklam
reklam

ASIRLIK SANDIK ( öykü )

Köşe Yazarı: Salih KOÇ   Eklenme Tarihi: 16 Nisan 2021, Cuma - 13:39   Okunma Sayısı:

Oldum olası değişik şeylere karşı ilgim vardır. Evimiz sıradan Karadeniz evleri gibiydi. Ahşaptan, iki katılı, yandan merdivenli, altta da ahırımız... Yıllardır süren savaşlar nedeniyle çoğu köyde yaşlı ve çocukların dışında erkek kalmamış gibiydi. Seferberlikle birlikte bazıları askere gitmemiş dağa çıkmıştı. Eşkıyalığı iş edinenler bile olmuştu. Kurtuluş Savaşı’na da katılmayan bu kaçaklar Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber her yerde aranıyordu. Padişahlık zamanında bebek, Kurtuluş Savaşı zamanında çocuk olanlar artık büyümüştü. Cumhuriyet kurulmuş olsa da bazı yörelerde asayiş tam olarak sağlanmış değildi. İnsanların mal güvenliği yok gibiydi. Eşkıya kılıklı bu adamlar, ahırları dışarıda olanların hayvanlarını geceleri herkes derin uykudayken rahatlıkla çalabiliyorlardı...

            Bu gibi kişilere karşı, özellikle hayvanlarını korumak amacıyla ahırlarını evlerinin altına yapıyorlardı. Ahırların giriş kapıları arkadan yatay kalaslarla desteklenirdi. Herhangi bir zorlama olsa da kapılar açılmazdı. Bu gibi kapılar ancak içeriden açılırdı. Bizim kapılarımızda aynı şekildeydi. Ayrıca gece en ufak bir tıkırtı olsa ahıra inip bakabilme gibi kolaylıkları da vardı.

            Bizim evimiz çok kalabalık değildi. O zamana göre çekirdek aile bile sayılabilirdik. Dede, nine, anne, baba ve bir de torun. Toplam beş kişiydik. Dedem bu evi evlenmeden önce zor şartlar altında üç beş yılda ancak yaptırabilmişti. Üzerini örtmek için kayalardan taş kapak çıkarmış veya bazı taşları yararak kapak yapmıştı. Ustalıkla çatıya örtülürse yağmur da damlatmazdı.

            Dedem misafire düşkündü. Eskiden çok uzak yerlerden o zamanı değimiyle ‘’toplayıcı/dilenci’’ gelirdi. Dedem onların çoğunu misafir ederdi.

Ninem; ‘’Tanımadığın adamları evinde misafir ediyorsun. İn midir? Cin midir?’’ der kızardı.

            Evin bir odasını misafir odası vardı. Gerze’den bir dülger çağırıp o odaya işlemeli dolaplar bile yaptırmıştı. Bir kenarına sedir yaptırmış, sedirin üzerine kilim serdirip, arkasına da minderler koydurmuştu. Duvarında çok eskilerden kalma bir tekli doldurma tüfeği asılı dururdu.

Bunu geceleri mısır beklerken yanına alırmış ama şimdiye kadar bir av hayvanı vurduğunu gören veya duyan da olmamıştı. Yeni kırma tüfekler çıkınca onun da itibarı kalmamıştı. Dedeme kalsa şimdiki tüfekler onun tüfeğinin yanında oyuncak sayılırdı.

            Günden güne büyüdükçe evdeki eşyaların da ayrıtına varıyordum. Ninemin odasında yeşilimsi, bazı yerleri renkli teneke parçalarıyla süslenmiş küçük güzel bir sandık gördüm. Annemin de bir sandığı vardı ama üzeri yatak yorganlar ile örtülüydü. Nineme bunun ne olduğunu sorduğumda bana; ‘’çeyiz sandığım’’ dedi.

Ben tabi bu sözlerden bir şey anlamadım. Bir şeyler daha soracak oldum. Akşam olmak üzereydi, dedemin sesi duyuldu. Keçilerimizi otlatmaktan getirdiği için hep birlikte aşağıya indik.

            Bazı keçilerin sırtına binerdim. Onlar beni düşürmezlerdi. En çok da küçük tekeler ile oynamayı severdim. Ben de küçüktüm onlarda küçüktü. Birlikte koşar oynardık. Onlar kaçar ben de kovalardım…

            Ninemin çeyiz sandığının içinde neler olduğunu çok merak ediyordum. Kendi kendime; ‘’annelerin çeyiz sandığı büyük oluyor da ninelerin ki niçin küçük oluyor’’ diye kafama takılmıştı. Çocukça bir merakın içinde bulmuştum kendimi. Annem ve ninem akşam yemeği hazırlığı telaşı içindeydiler. Ben de bir yandan sofra kurmaya yardımcı oluyordum. Sofra bezini getirip sermek, hatta yemekten sonra kaldırmak benim işim gibiydi. Babamdan da çekinirdim. Öyle vara yoğa konuşamazdık. .

Ağlamayı bile içimizden küçük hıçkırıklarla yapardık. Ağladığımı babam duyarsa bana bağıracağından korkardım. Bizim çocukluğumuz böyleydi. Avazımızın çıktığı kadar özgürce ağlayamazdık bile…

            Ertesi günü iple çektim. Babamın olmadığı bir anda nineme bu sandığın inciğini boncuğunu sordum. Meğer o küçük sandık nineme annesinden düğün hediyesiymiş. İçinde kendi çeyizleri ve ninem için hazırladığı oyalı yazmalar, el dokuması işlemeli havlular, namazlık gibi eşyalar varmış. Eşyalar benim çok ilgimi çekmese de ‘’bu sandık belki de annemden de büyüktür’’ deyince kafam iyice karıştı. Büyük küçük kavramını biliyordum ama sayılar hakkında çok fazla bir bilgim yoktu. da benim için anlamsızdı. Sadece öylesine söylenmiş bir söz sanırdım.

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam