SON DAKİKA
reklam
reklam

İstanbul’da İki İskandinav Seyyah

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 26 Mayıs 2022, Perşembe - 16:08   Okunma Sayısı:

Knut Hamsun:  Norveç’in şaibeli gururu

Hans Christian Andersen:  Başmasalcı, gerçek bir seyyah, kötü bir oyun yazarı.

 

Bu iki kuzey yazarını güneye, İstanbul’a çeken neydi?

İstanbul sokaklarında birer yabancı yazar olarak dolaştıklarında, bizim

göremeyip atladıklarımızdan neleri yakalamışlardı?

“Hilâlin Altında” gezen iki dünya yazarının özgün dillerinden yapılan çevirileriyle İstanbul anıları

 

İki İskandinav ülkesinin

    Kitabı elime aldığım anda ilk çevirdiğim sayfada karşıma Sultaniye-Beykoz çıkınca çok heyecanlandım. Çocukluğumun geçtiği, Boğaz’ın asude köşelerinden bir yer… Hemen buradan başladım okumaya.

    İlk defa bir kitabı önsöz bölümüne göz atmadan başlamıştım okumaya… “… Biraz ileride dev incir ağaçlarının arasına saklanmış küçük bir köy vardı. Adını da bu ağaçlardan almıştı zaten: İncirköy”

 

Sultaniye

    Sultaniye, ıhlamur, söğüt ve çınarların gerisinde bir amfiteatr gibi yükseliyor, sahildeki durgun suyun yüzüne tersten aksini yansıtıyordu. Gerçekte göğe doğru, su yüzeyindeki yansımasında ise derinliklere uzanan beyaz minare dile gelmiş, şöyle diyor sanki:

    Yalnızca çevrenizdeki günlük güneşlik hayatı seyretmekle yetinmeyin. Bakışlarınızı göğe kaldırıp oradaki hayatı, birbirini kovalayan bulutları ve kaçışan kuşları görün. İki kıtayı ayıran denizdeki hayatın keşmekeşini görün. Gerçekten de deniz çok hareketliydi.

    Beyaz ince yaşmaklara bürünmüş Türk kadınlarını taşıyan uzun kayıklar bir kıyıdan diğerine gidip geliyordu. Gemimizin yanından geçen kayıktaki kadınların en gençlerinden biri başını kaldırıp yukarı baktığı anda sedir ağaçlarından ve lâlelerin ihtişamından söz eden bir Acem şarkısı çınladı kulağımda.

 

Şiirlere konu

    Nasıl ki, kömür karası bir gece ansızın çakan bir şimşekle bir an için aydınlanır ve sonra her yer yeniden karanlıklara bürünür de, insan o an gördüklerini bir daha unutamazsa, şimdi de biz iki gözünde iki şimşek çakan ve sonra etrafı karanlığa boğan Doğu’nun kızını göremez olmuştuk. Yüzyıllar önce ozanın onun için söylediklerini işitebiliyorduk ancak:

 

    “Gözkapaklarını siler misk kokan mendiline, siler gözünün yaşını, değince mendilden dökülen inciler yanaklarına, alır gül kokmaya başlayan mendilini ve cennet meyvesini çevreleyen dudaklarına bastırır!”

 

…  Uzun balıkçı sandalları Karadeniz’den gelen ve mağrur bayraklarında Rusya’nın çifte kartalının kanat çırptığı büyük gemilerin yanından hızla geçtiler. Beykoz olduğunu sandığım bir balıkçı köyünün açıklarında birtakım küçük kulübeler suyun yüzünde sakin sakin sallanıyordu.

    Ön taraflarında kılıç balığı avında kullanılan ağlar geriliydi. Her ne kadar ben kulübe diyorsam da bunlara küfe adını vermek de mümkün. Her birinde yarı çıplak bir balıkçı oturmuş avını gözlüyordu.

 

 

Son tasvir

    Tarabya ve koydaki gemiler… Büyük ve zengin bir galeriyi ilk defa dolaşıyorsanız, art arda gördüğünüz bir resim diğerinin etkisini yok eder. Boğaz da ancak büyük ustaların bizlere aktarabilecekleri binlerce tablodan oluşan böyle bir resim galerisidir.

    Bunları anlatan bendeniz ise, ömrümde ancak tek bir kez buharlı bir geminin hızıyla seyretmiş bulundum bu kıyıları…      

    Kitabı Yapı Kredi Yayınları arasında bulabilirsiniz.

 

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam