SON DAKİKA
reklam
reklam

Yozlaşma, yozlaşma, yozlaşma

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 22 Haziran 2022, Çarşamba - 23:53   Okunma Sayısı:

Çevre ve Şehircilik Bakanı açıkladı. Şehirlerin kimliğinden, tarihinden, dokusundan ve kültüründen bahsetti. Bunların hepsi doğru… Ben yazımda şehrin kültüründen –tabii ki İstanbul’un kültüründen- bahsedeceğim.

Dil, tarih, eğitim, ekonomi, teknoloji, sosyal kurumlar (din, inanç ve ibadetler bütünü), örf ve adetler, değerler ve tutumlar, estetik sanatlar (grafik ve plastik sanatlar, folklor, müzik, dans, tiyatro), semboller, tabular ve törenler… Bir kültürü oluşturan öğeler olarak kabul edebiliriz. Belki daha fazla konuları da saymamız gerekebilir.

 

Gençlik yıllarımda

Ben gençlik yıllarımda çok net görüp yaşadığım Beyoğlu’nu bugünkü durumuyla karşılaştırdığımda üzülüyorum. Belirgin şekilde kültür erozyonuna uğramış olduğu kaçınılmaz bir gerçek…

Binaların restore edilmesi ve yenilenmesi yetmiyor Beyoğlu’nu kurtarmaya… Nerede o Türkçe’nin doğru kullanıldığı dil? Nerede o dili kullanan insanlar, edebiyatçılar, müzisyenler? Yok edilen zarif davranışlar nerede? Erozyona uğramış geleneklerimiz, unutulan âdetlerimiz, Batı terbiyesinin etkisinde kalan dilimiz…

Eskinin sakin aile yapısı bozulmuş, büyüklerin varlığı kenara itilmiştir. Ailede görülmesi gereken saygı kavramı böylece silinmiş ve topluma yansımıştır.

 

Türkçe’nin anlaşılmaması

Size garip gelecektir, Türkçe konuşan insanların birbirini anlayamaması… Saçları devamlı havada olan insanlar birbirlerine bağırmayı tercih ettikleri için, sakin olmaktan uzaktırlar ve dolayısıyla anlaşamazlar.

Televizyon kuruluşları spikerlerini diksiyon süzgecinden geçiriyor, bazı spikerleri birtakım zorlama diksiyon kurslarına gönderiyorlardır diye düşünürdüm. Oysa hata üzerine hata yapan insanları gördükçe bu kanaatim değişti.

Spiker, sunduğu haberlerde tam telâffuz edemediği sözcüğün üzerinde durmak, sözlüğe bakmak, okunuşunu sormak zahmetine katlanmalıdır. Günümüzde en çok kullanılan sözcüklerden “devlet erkân”nı milyonların gözünün içine baka baka “devlet erkanı” şeklinde telâffuz eden “asgarî ücret” yerine “asgeri ücret” diyen spikerlerimiz var hâlâ. Bilmeden kullandığımız her sözün, araştırmadan yapılan her konuşmanın, defalarca okunmadan yazılan her yazının dilimizi tahrip ettiğini bilelim artık.

 

İngilizce’nin egemenliği

Ülkemizde İngilizce hastalığına kapılmış çok sayıda müzmin ve özenti insan vardır. Dilin özelliklerini ve inceliklerini bilmeden kafasını gözünü yara yara konuşmaya çalışır bu kişiler... Ne yazık ki, bu ülkede etiket geçerli olduğu için kişinin etiketindeki bildiği yabancı dil hanesinde “İngilizce” yazar. Büyük çoğunluk, gerçekte Türkçe gramer kurallarını bile bilmez. Bir sayfa yazı yazsa 10 tane hata bulmanız mümkündür.

Liseyi bitirmiş bir öğrencinin turiste yol tarif edemeyişi, şirketlerin sekreteryasında ve muhasebesinde çalıştırılanların engin İngilizce bilgisiyle (!) ödemelerin cash yapılması gerektiğini okunduğu şekliyle “keş” diye yazmaları boşkafalılıklarını ortaya koymaktadır.

  

İmarın yarattığı tahribat

1950’li yıllardan beri İstanbul imar hastalığına tutulmuştur. Sürekli olarak yeni alanların da imara açılması anıt niteliğindeki bazı eserleri de yutmuştur. Örnek mi? Karaköy’de yıkılan cami…

Kendi dönemini en iyi şekilde yansıtacak olması bakımından Tophane Kışlası, yeniden yapılması konusunda fırtınalar kopartılan Taksim Kışlası… Geniş alanlar üzerinde bulunan bu derli toplu eski eser niteliğindeki kompleksler ne yazık ki bugün yoktur.

Hâlâ da İstanbul’a yönelik göçü önlemek yerine arsa üretmek ve yer kazanmak gibi çabaların devam ettiğini görüyoruz. Büyük müteahhitlik firmaları acımasızca yüksek binalar üreterek deprem olgusunu daha riskli hale getirmeye çanak tutuyorlar.

Bu şekildeki yapılaşmanın, trafik sorununu bırakın çözmeyi içinden çıkılamayacak hale getirmesi işten bile değildir. Ya yol genişletmek amacıyla Boğaz kıyılarının doğal çizgilerini bozmak bir çözüm olabilir mi?

 

Kültür ve sanat faaliyetleri

Okul yıllarından sonra koca koca insanları eğitecek en güzel yerler tiyatrodur, sinemadır, konferanstır. Eski Yunan’dan beri anfiler ve tiyatrolar insanların yetişmesine katkı sağlamıştır. Günümüzde açılan tiyatro olmadığı gibi salonların kirasının yüksekliği, oyuncu bulmakta zorlanma gibi nedenlerle mevcut tiyatrolar bile kapanmaktadır.

Kitaplar, insanların sivri taraflarını törpüler. İnsanımız geçim derdine düştüğünden kitap satın almaya ve okumaya imkân ve fırsat bulamaz. Zaten okumayan bir milletiz. Geleneklerimizde, kültürümüzde, eğitimimizde yozlaşma devam ediyor.

Adımız Hıdır halimiz budur…

 

 

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam