SON DAKİKA
reklam
reklam

SARI KIZ-1

Köşe Yazarı: Salih KOÇ   Eklenme Tarihi: 5 Ekim 2022, Çarşamba - 21:26   Okunma Sayısı:

Yorgunluktan zorlukla yürüdüğüm evimin yolu gözümde o kadar uzadı ki; evime ulaştığımda, oturduğum sedirde omzumun üzerinden vuran akşamüstü güneşi, sabahleyin iş telaşı ile dışarı çıkarken, yarıya kadar aralık kalan perdelerin açık kalan yerlerinden odaya loş bir aydınlık saçıyordu.

Sedire arkamı yasladığımda göz kapaklarım iki de bir aşağıya doğru düşüveriyordu. Bu şartlarda gözlerimi açık tutma gayretim, çoğu zaman yetersiz kalıyordu. Oysa ki, daha akşam olmamış, güneşin çekilmeye başlamasıyla kızıl, gri, mor bulutların oluşturduğu ve göğe devasa birer kılıç gibi saplanarak oluşan renkler armonisi, insanı başka alemlere davet eder gibiydi.

Bu köylük yerde mal canın yongasıydı. Köyün çobanı Garip Ali, akşam olunca köye yaklaşmakta olan hayvanları kontrol etmekte çoğu zaman yetersiz kalıyordu. Evimizin giriş kapısı açık kaldığında hayvanlar bahçeye girer, sanki açlıktan karınları zil çalıyormuş gibi sağa sola uzanarak zarar verirlerdi. Annelerinin geldiğini hisseden buzağıların iç yakan, yanık seslerini duyan hangi vicdan sahibi bu şartlarda uyuyabilirdi ki...

Esma’nın:

‘’Eşref! Eşref! diye can havliyle bağırtısını duyduğunda, tüm yorgunluğunu unutmuş, uykusu kaçmıştı. Akşamüstü güneşinin kızıllığı, odanın her yanını kaplamıştı. Oraya ilk uzandığından bu yana oda loş bir ışıktan kızıla dönmüştü. O, pek farkında değildi ama biraz da kestirmişti... Sert bir zemin üzerine yattığı kalçasının sancıması ve iğne batar gibi zonklamasına aldırmadan, aceleyle camı açıp şöyle etrafına bakındıktan sonra:

‘’Ne oldu Esma?’’ diye seslendi...

‘’Eşref, dışarı çık! Bak, Sarı kızın yaptığını gördün mü?’’

Sarı kız dedikleri evin en gözde ineği idi.  Eşref’in büyüyünce çarşıda satar, üç beş kuruş para eder, belki bir yaramıza ilaç olur diye diktiği süs kabaklarını, parçalayarak, teveklerini yere indirmişti...

Dış kapıdan çıktığında ahırın köşesindeki hurma ağacının solunda bulunan, boşluğa bakan yerde asmaya sardırdığı süs kabağının teveklerini yerde görünce, sarı kıza çok öfkelense de olan olmuştu bir kere.

Eşref, gördüğü manzara karşısında yorgunluğunu unutup, meydana gelen zararın nasıl en aza indirebileceğini düşünmeye başladı. Geride kalan sağlam gibi görünen süs kabaklarını tevekleri ile tekrar yerine yerleştirirken; ‘’Dökülen su, kabını doldurmaz ya, neyse!’’ diye içinden geçirdi...

Kocası Eşref, süs kabağı başında kendi kendine bir şeyler söylenirken Esma da hayvanları ahıra yerleştirmiş, önce buzağıyı emzirip, sonra da inekleri Sarı kızı sağmıştı. Süt bakracı elinde kocasının yanına geldiğinde:

‘’Ah Eşref! Sen süs kabağının derdindesin ama ya Sarı kız zehirlenirse, ne yaparız? diye aklıma kötü kötü şeyler geliyor,’’ dedi.

‘’Ne olabilir ki?’’

‘’O kabakların içi çok acıdır. Daha küçük bir çocukken merakımdan birini parçalayıp dilimin ucuyla bakmıştım da oradan biliyorum. Ne bileyim, aklıma öyle kötü şeyler geldi işte...’’

Esma’nın söylediklerini duyduktan sonra Eşref’in kafası iyiden iyiye karıştı ama...  Karısı Esma’yı pek severdi. Onu üzmek istemedi. Babasından istemişlerdi de babası: ‘’O çulsuza verilecek kızım yok!’’ diye aracılardan haber göndermişti. ‘’Sen misin öyle diyen’’ diyerek, komşu köyden birkaç arkadaşının yardımı ile bir cuma günü kaçırmıştı Esma’yı...

Esma’ya dönerek:

‘’Yarın ola hayrola’’ diye söylense de; ’’Sarı kıza gerçekten bir şey olursa’’ diye içinden geçirmeden de edemedi...

Aradan geçen iki seneye rağmen daha çocukları olmamıştı. Şimdilik birbirlerinin gözlerinin içine bakarak görürlerdi her işlerini. Yemeklerini yedikten sonra Esma, ocağın kenarında asılı gemici fenerini yaktı.

‘’Sarı kıza bakıp geleyim’’ dedi. Eşref durur mu:

‘’Ben de geliyorum’’ diyerek, Esma’nın peşine takıldı. Birlikte ahıra vardıklarında Sarı kız yattığı yerden geviş getiriyordu. Ağzında bir miktar köpük olsa da şimdilik hayra yordular bu durumu... Esma, buzağının kendisine melül melül bakışına dayanamadı. Yanına yaklaştı:

‘’Sarı kıza bir şey olursa ne yaparız!’’ diye düşünürken bir yandan da buzağının başını okşamaktaydı. Bu sevgiye kayıtsız kalmayan buzağı, kuyruğunu kaldırıyor, ellerini yalayarak ona minnet duyduğunu göstermeye çalışıyordu... Birlikte eve çıkmaktaydılar ama ikisi de suskundular. Fener elinde eve çıkarken Eşref:

‘’Esma içime bir kuşku düştü. Komşumuz Yeter halaya bir danışayım’’ dedi. Esma ben de geleyim ama elimiz boş gitmeyelim. Küçük bir bakraca süt koyayım, belki kendisi bir miktarı ile yoğurt çalar’’ dedi. Esma’nın teklifi Eşref’in pek hoşuna gitti.

‘’İyi olur Esma, köylük yerde komşuya eli boş gidilmez. Hep öyle gördük büyüklerimizden.’’

Birlikte Yeter halanın evinin yanına vardıklarında evin girişindeki odanın ışıklarını yanar gördüler. Esma:

‘’Yeter hala! Yeter Hala!’’ diye birkaç kez seslendi. Sesi duyan Yeter hala, içeriden yılların yer yer delinmiş, eskimiş perdesini yarı kadar araladı.

‘’Kim o?’’ diye seslendi. Eşref ve Esma’yı görünce, fenerin yarı aydınlık ışığıyla görülebildiği kadarıyla yüzünde bir tebessüm belirdi.

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam