SON DAKİKA
reklam
reklam

Kara Bir Gün (Kitap tanıtımı)

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 29 Kasım 2022, Salı - 10:40   Okunma Sayısı:

1914 yılında başlayan I.Dünya savaşı, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile sona ermişti. Çok ağır şartlarla imzaladığımız bu anlaşma sonrası 61 parçadan oluşan İtilâf Devletlerinin donanması (15 muharebe gemisi, 11 kruvazör, 29 muhrip ve 6 denizaltı)  12 Kasım günü Çanakkale Boğazı’ndan geçerek 13 Kasım günü İstanbul limanında demirlemişti. Aralarında Yunan harp gemileri de vardı.

 

1918 Kasım ayı içinde Fransız General Franchet d’Esperey, İstanbul’a ilk defa gelmiş ve 3 gün gibi kısa bir süre kalmıştır. Bu gelişinde Sarayburnu iskelesinden karaya çıkmış, her birisi birer bölük olan Osmanlı,  Fransız ve İngiliz tören kıtası ve mızıka tarafından karşılanmıştır.

İkinci gelişi ise 8 Şubat 1919’dur. İstanbul caddelerinde at üzerinde ve mağrur şekilde dolaşması yurtsever yüreklerin kan ağlamasına neden olmuştur.

 

Süleyman Nazif, şair, yazar ve gazetecidir. 9 Şubat 1919 yılında İtilaf devletleri ordusu başkumandanı Franchet d’Esperey’nin İstanbul caddelerinde zafer kazanmış bir eda ile dolaşması sebebiyle sansür engelini aşarak Hadisat gazetesinde “Kara Bir Gün” adlı meşhur makalesini yayımlamıştır. Bu sebeple Malta’ya bir grup arkadaşları ile sürülmüş, orada 2 yıl boyunca kalmıştır.

 

Aziz Hüdai Bey, 1900 senesinde Mekteb-i Harbiye’yi birincilikle bitirip subay çıkmış, Balkan Harbi’nde bir süre esir kalmış 1913 yılında esaretten çıkmıştır. İstanbul’da yüzbaşı rütbesiyle sansür heyetinde görev yapmış,  Süleyman Nazif’in Fransız generalini yeren “Kara Bir Gün” isimli makalesinin sansür edilmeden Hadisat gazetesinde yayımlanmasına göz yummuştur. Bu davranışı nedeniyle Fransız General d’Esperey tarafından kurşuna dizilmesi istenmiştir.

Kara Bir Gün (Hadisât gazetesi 9 Şubat 1919)

Fransız cenaralinin (generalinin) dün şehrimize vürûdu (gelişi) münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız (azınlıklar) tarafından icra olunan nümayiş Türk’ün ve İslam’ın kalbinde müebbeden kanayacak bir cerihâ (yara) açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzün ve idbârımız (talihsizliğimiz) şevk ve ikbâle münkalib olsa (yerini neşeye ve talihsizliğe bıraksa)yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzün ve teessürü evlâd ve ahfâdımıza (torunlarımıza) nesilden nesile ağlayacak bir miras ter edeceğiz.

 

Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak –Büyük Napolyon’un Neşide-i mütehaccire-i muzafferiyâtı olan (Napolyon’un kazandığı zaferlerin taşlaşmış bir şiiri olan)- Tâk-ı Zafer altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğiz yeis ve azabı duymamıştı.

 

Çünkü (Fransız) namını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezâyirli Müslümanlar o matem-i millî karşısında aynı telehhüf ve hicâb (üzüntü ve utanç) ile ağlamış ve kızarmışlardı.Biz ise mevcûdiyet-i millîye ve lisâniyyelerini bizim ulûv-ı cenâbımıza (gönlümüzün yüceliğine) medyûn (borçlu) olan bir kısım halkın (azınlıkların) hây ü hûy-ı şemâteti (şamata çığlıkları) ile matem-i muazzezimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük.

 

Buna müstehâk değil idik diyemeyiz. Müstehak olmasaydık bu felakete dûçâr olmazdık (uğramazdık). Her kavmin sehâif-i hayatında (hayat sayfalarında) birçok ikbâl ve idbâr sahifeleri vardır. Fransa kralı I. Fransua’yı (Şarlken)in mahbesinden kurtarmış ve koca viyana şehrini kerrât ile (birçok kere) sarmış bir ümmetin defter-i mukadderâtında böyle bir satr-ı elîm (çok acı bir satır) de mestûr imiş (yazılıymış). Her hâl, mütehavvildir (değişir).Arapların güzel bir sözü var: ‘Isbır feinne’d-dehre lá yesbır’(Sen Sabret. Çünkü nasıl olsa zaman sabretmez), derler.

 

Yayınlanan makalenin günümüz Türkçesiyle tam metni

Fransız generalinin dün şehrimize gelişi dolayısıyla bir kısım vatandaşlarımız tarafından yapılan gösteriler, Türk'ün ve İslam'ın kalbinde ve tarihinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız sevince ve mutlu bir talihe dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzünle üzüntüyü çocuklarımıza ve soyumuzdan gelecek olanlara nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz.

 

Almanya orduları 1871 senesinde Paris'e girdikleri sırada, Büyük Napolyon'un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan zafer tákının altından geçerlerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti.

 

Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azábı duymamıştı. Çünkü ‘‘Fransız’’ námını taşıyan her kişi, çünkü yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar, o millî matem karşısında aynı keder ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.


Biz ise millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim álîcenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın hay-huy şamatasıyla bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. ‘‘Buna müstehak değildik’’ diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felákete düşmezdik. Her milletin hayat sayfalarında birçok talihler ve bahtsızlıklar vardır.

 

Fransa Kralı Birinci Fransuva’yı Şarlken’in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da gizli imiş. Arapların güzel bir sözü var: ‘Isbır feinne’d-dehre lá yesbır’ (Sen sabret, çünkü zaman sabretmez) derler’.

 

Süleyman Nazif ve Aziz Hüdai Akdemir’in biyografileri kitapta geniş şekilde ele alınmıştır. Gerek Malta sürgünü sonrası ve gerekse kurşuna dizilme olayı sonrasına burada ben yer vermedim, sizleri kitaba yönlendirmek için…

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam