Sular gibi akıp gidiyor yaşam
Yağmurlarla ıslanmayı öğrenemeden
(Turgay Fişekçi)
*Tren istasyona giriyor. Uyarılar, uyarılar… “Lütfen sarı çizgiyi geçmeyiniz, inenlere öncelik veriniz!”
İçeridekiler daha inmeden sırada bekleyenler dalmaya başlıyor. Gaye yer kapmak… Oysa bir önceki trenle en yakın durağa gidenler var içeride, dönüşte rahat rahat yerlerini almış oluyorlar.
Bindikten sonra yine uyarılar, uyarılar… “Lütfen çocuklu hanımlara, yaşlılara yer veriniz!” Düşük olan eğitim seviyemizin yukarılara çekilmesi için zorunlu uyarılar. Batı ülkelerinde bu tür uyarılara rastlayamazsınız. Bu uyarılara halktan kimselerin verdiği cevaplar
--- Bu adam ne vır vır edip duruyor yav sabah sabah?
---Bak dördüncü uyarıda elinde sopayla gelecek… Gençler de bir nineyi dolduruşa getirmişler. O da anons yapan makiniste görüş beyan ediyor.
--- Oğlum kendini ne heder edip duruyorsun? Bas git dökülen dökülsün!
--- Bi’ sopalayacaksın, bak bi’ daa’ yaparlar mı? (Kimi, ne için?)
*** *** ***
Gayet güzel giyimli hanımefendi sokakta dönüş köşesine yaklaşmıştı ki, ipini koparmış koşan bir azmanın çarpmasına maruz kaldı. Hiç oralı olmaksızın koşmasına devam eden bu kendini bilmeze gençlerden birisi “ çüüüşş !” dedi. Yaşlı hanımefendi o kadar sakindi ki:
---Ağzında gem’i yok, dizginleyemezsiniz.
*** *** ***
Yumuşak inişle yere indik. Şimdi ayaklarımızın üzerinde biraz gerçekleri konuşalım. Zaten seçim bitti, herkes kendine çeki düzen vermek zorunda. Partilerde bazı kişiler tırpanlanıyor, baı kişilerin görev yerleri yeniden belirleniyor. Karadeniz’in kuzeyinde acımasız bir savaş cereyan ediyor. Güneydoğu sınırlarımızın ötesinde PKK fırsat buldukça saldırıyor, gencecik fidanlarımız hayatlarını yitiriyor.
Esasen “Harp tarihi”, ilk harplerin sebeplerinin basit olduğunu gösterir. Liderlerin üstün olma duygusuna kapılmaları, toprak ve “ücretsiz amele” niteliğinde esir kazanma arzuları gibi sudan, ama insan hakları ihlâlleriyle dolu olaylar göze çarpıyordu. Daha sonra sömürme hırsının öne geçtiğini görüyorduk. Petrol yataklarının Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında yer alıyor olması, nasıl ki, siyasi anlaşmazlıkları körüklemişse yerküredeki su kaynaklarının giderek azalması da su savaşlarını tetikleyecekti.
Bu gerekçelerle ülkeler veya milletler, yıllar sonra almaları gereken pozisyona göre dizayn ediliyordu. Afrika kıtasının tamamındaki ülkelerle Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Ukrayna gibi ülkelerde ortaya çıkan lokal savaşlar ve terör faaliyetleri, hep bir şeylerin eksikliğini yaşayan ülkelerin veya merkezlerin bu ihtiyaçlarını kapatma isteklerinden doğuyordu.
Tarihiyle, coğrafyasıyla ve dünya üzerindeki saygınlığıyla koca bir ülkenin, 19’uncu yüzyılın başından itibaren Kuzey Afrika’dan ve Balkanlardan başlayan çekilme daha doğrusu küçülme hareketi, bazı ferman ve ticari sözleşmelerle dengelenmeye çalışılmış, ancak sonuç alınamamıştır. Düyunuumumiye belâsının ardından 1897 Türk-Yunan Savaşı başlamış, 1908 meşrutî yönetimi kısa sürmüş ve Türkiye, İtalyan, Balkan ve I. Dünya Savaşlarını yaşamıştır.
O dönemlerin korkak, sadece kendisini ve servetini düşünen, ihtiraslı yöneticileri alttan gelen tecrübeli bürokrat ve maliye uzmanlarının uyarılarına kulak asmamışlardır.
Cumhuriyet dönemi
Günümüzde ise, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet yıllarının dürüst politikacı ve devlet adamları başta Atatürk ve İsmet Paşa olmak üzere “tarihin sorgulanması” adı altında küçük düşürülmeye çalışılmaktadır.
Bu bir moda halini almıştır. Bu moda da devrini tamamlayacaktır. Onurları kırılan bu ülkenin insanları, evrensel çıkarlarını elde etmekte zorlanacaklardır. İktidar hırslısı, saplantılı, tarikatten icazetli ve partizan anlayışlı yöneticilerle ancak buraya kadar gelinebilirdi, geldik. “Komşularla sıfır problem” anlayışıyla yaşamak ve Gazze olaylarını meşale yapmak suretiyle daha düne kadar ülkemizin aleyhinde sinsi faaliyetlerde bulunan ülke ve liderlerle yakınlaşmaya gittik. Başta ABD olmak üzere AB, Ermenistan, İsrail gibi ülkelerle ilişkilerimizde gerginlikler ortaya çıktı.
Ülkenin kurumları birbirleriyle geçinemez hale geldi. Medyası bölünmeye, ordusu ve yargısı zayıf düşmeye başladı. Çok kısa zamanda gelinen bu durumun düzeltilebilmesi oldukça uzun bir süre gerektirecektir. Nasıl oldu da bu hale geldik veya getirildik? Belli ki sistemde bir rahatsızlık var.
Bence bu rahatsızlığın önemli nedenlerden biri, bu ülkenin yapısını bilmeyen, tahlil gücü zayıf, stratejik değerlendirme yetisi olmayan yöneticilerdir. Bir şirkette görevlendirilecek CEO’nun bile bir sürü nitelikleri aranırken mevcut seçim yasası ile iş başına gelen yöneticilerimize bir bakalım. Her gün argo sözlerle kavga eden, Meclis’ten dünya âleme çirkin görüntüler izlettiren, yabancı dil bilmeyen, yurtdışında bir organizasyonda çalışmamış, yaşlı ve hastalıklı bir kadroya sahibiz.
Açıkçası bu kadroların ülke yönetiminden elini ayağını çekmiş ve yerlerini genç kuşaklara bırakmış olması ülkenin yarar ve çıkar hanesine yazılacaktır. Yaratıcı ve üretici genç kuşakların gayet parlak fikirleri vardır. Halkı peşinden sürükleyecek genç liderlere çok ihtiyacımız var ve çıkarabilir bu ülke.