Türkiye, şu kadar milyon dolar zarara uğramış. Borsa inişte, faizler düşüşte… Dolar almış başını gitmiş. Bunları anlamakta hiç sorun yok. Anlaşılması güç olan banka kârlarından, borsa spekülatörlerinden ve faiz lobilerinden hep şikâyet edilirken bu unsurların öneminin şimdi ortaya çıkmış olması?
Kendine sahip olmak
Hırsla ve heyecanla verilen demeçler, kontrolü kaybetmiş şekilde sürdürülen eylem ve işlemler, borsa spekülatörünü, faizciyi, lobiciyi ve ayakkabı kutusunda para saklayan bankacıyı nasıl etkiler bilmem ama kanser hastalarının, böbrek bekleyenlerin, dışarıdan ilaç aldıranların hayatına ve harcamalarına nasıl yansır, bunu çok iyi biliyorum.
Elektriğe zam gelmişti; zammı yapan ilgililer zam yapmayı düşünmediklerini ancak zam yapmak zorunda kaldıklarını belirtmişlerdi. Ertelenen diğer zamlar isen mutlaka yapılacak ve yoksul insanımız bu faturayı ödeyecektir. Evinde hastası, yaşlısı ve bebeği olanlar fazla sarfiyatından kaçınıyor için büyük alışveriş merkezlerine gidip saatlerce bir şeyler yemeden içmeden oturuyorlardı. Yaşlı ve dul aylığı alan kadınların komşuluk adı altında her gün birinin evinde toplanarak tv seyretmeye çalıştıklarını biliyor musunuz?
Ortada vahim bir durum var. Tayin dönemi olmamasına rağmen yüzlerce polis yerlerinden oynatıldı. Bu polislerin tek suçu; dürüst çalışmak, aymazlara karşı kanun hâkimiyetini sağlamak için savcının emirlerine uymaktı. Görev yerlerinden alınan bu güvenlik görevlilerinin derinden yaralandıklarına ve üzüldüklerine inanıyorum. Yeni görev yerlerinde herkesin onlara karşı mesafeli durduğunu ve şüpheli gözlerle baktığını da tahmin edebiliyorum. Yüzlerce polis için ödenen harcırahların hazineye ilâve yük getirdiğine de dikkatinizi çekmek istiyorum.
“Devlet içinde devlet” veya “paralel devlet” vurgusuyla tayin edilen polisler, yine devlet içinde değil mi? Ayırmak niye? Onları önceden kim tayin etti? Bugün kara para aklaması yapanları belki onlarca avukat savunacaktır; ancak büyük bir yüreklilikle hayatını ortaya koyan bu polislerle, azarlanmaya ve hakarete maruz kalan savcıları kim savunacak, haklarını kim koruyacak? Her olaya “darbe teşebbüsü” yaftası vurarak gerçekler gizlenemez.
Cemaatin evine de girmek
Türkiye bunlara alışıktır. PKK’nın inine giren devlet, cemaatin evine girmekte tereddüt mü ediyor, cesaret mi edemiyor. Geçmişte MGK kararlarında tehlike olarak belirtilen irticayı, hükümetin gerektiği kadar dikkate almadığı anlaşılıyor. Ne hikmetse herkesin demokrasi ve doğruluk havarisi kesildiği şu dönemde irticanın tehdit olduğu bir kez daha anlaşıldı galiba?
Olayı kendi içimizde çözmek varken ah ile vah ile, dua ile beddua ile gündemi tahrip etmeye; birtakım Arapça sözcük, hadis ve Mevlâna’dan alıntılarla işi özünden uzaklaştırmaya; payları ve etkileri olduğu gerekçesiyle dış mihrakları, gizli güçleri, elçileri ve muhalefeti suçlayarak hedef saptırmaya gerek yok.
Bu söylemlerden vaz geçilmeli ve hukukun işlemesine imkân sağlanmalıdır. Türkiye, safsata açıklamalarla Batılı bazı devletlerin ve sosyalist örgütlerin tepkilerine ve AB sürecinden uzaklaşıldığı uyarılarına maruz kalmaktadır.
Kaldı ki, bu söylenenler laik olan bir ülkede Hristiyan, Musevi, Ateist ve Alevi vatandaşlarımıza da hitap etmiyor. Kıt kanaat geçinmeye çalıştıkları maaşlarıyla emeklilerin sesi soluğu çıkmazken bazı kişi ve grupların bankaları arpalık, bizleri enayi gibi görmek istedikleri anlaşılıyor. Aslında siyasi nüfuzunu kullanarak, torpil ve tavassuta tevessül ederek banka müdürlerine yanaşan ve kredi alan nice asalak tipler vardır bizim bilmediğimiz.
İplik çekilmiş ve sökük başlamışken keşke bunlar da ortaya çıkarılabilse! Hangi meslek veya statüden olursa olsun bankaların usulsüz kredi verdiği kişilerin, karşılığında neyi teminat gösterdiklerine bir bakılabilse! Dün taşeron firmada çalışırken bugün adam (!) havasıyla ekranlarda gürleyen, zurnanın son deliğiyken meslektaşlarına dil uzatan, devamlı ve boş konuşarak her şeyi çok bildiğini sanan borazanlar (!, kısa zamanda çıktıkları yüksekliğin kısa zamanda irtifa kaybı yaratacağını, “gizlide gebe kalanın aşikârede doğuracağını” da bilmelidirler. 21’inci yüzyılı yaşayan Türkiye’nin getirildiği duruma bakın!
Köpeğin darası
Vaktiyle toptancı halinde tereyağı satılırken, tartma işlemi bir sırığa takılı kantarla yapılıyormuş. Kantar sırığın ortasına bağlanıyor, içi tereyağ dolu balya da kantarın zincirine takılıyormuş. Hamallar sırığın altına girerek balyayı kaldırdıkları esnada yağ tacirinin köpeği balyanın üstüne çıkıyor ve yağa ek ağırlık oluşturuyormuş.
Yağ tacirinin hesabını tutan adamı, balyanın üzerindeki köpeği bir iki kez aşağı indirse de hayvan tekrarlamaya devam ediyormuş. Bir keresinde de deftertutan adamın iskelet kemikleri sayılabilecek kadar cılız olan köpeği balyanın üzerine çıkmış. Yağ satıcısının yanında çalışan diğer adamlar bu cılız köpeği bir güzel dövmüşler. Deftertutan adam, inleyen köpeğini kucağına almış, iri yarı köpek balyanın üzerine çıktığı zaman ona neden müdahale etmediklerini ve kendi köpeğine neden böyle davrandıklarını sormuş. Yağ tacirinin adamları besili köpeği göstererek “o köpeğin darası alınmıştı” demişler...
)