Köşe yazısı için çok kıymetli yazar Em.Uz Eğitmen Yaşar Geler hocamıza teşekkürlerimizi iletiyoruz
×××××××××××××××××××××××××××××××××
Değerli okurlar, bu konuyu irdelemenin yolu öncelikle konuya özel kavramları açıklamaktan geçer.
Bunun için de önce öğrenci nedir? Sorusunu sormak ve öğrencinin tanımını yapmak gerekir diye düşünüyorum.
Öğrenci, öğrenim görmek amacıyla ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi herhangi bir öğretim kurumunda okuyan kimselere öğrenci diyoruz. Bilimsel tanımı bu olsa da yaşamın içerisinde farklı şekillerde karşımıza çıkabiliyor. Evet, öğrencilik günümüzde hemen hemen ikili ya da üçlü yaşlara inmiş durumdadır. Henüz hiçbir şeyin farkına varmadan da öğrenci olunabiliyor.
Nasıl mı? Şöyle ki, birçok çalışan annenin zorunlu olarak kreş ortamına verdiği çocuğun okul hayatı başlamış durumdadır. Çocuk, her ne kadar birçok şeyin farkında olmasa da eğitim hayatının içindedir. Bu yaş grubunda öğrenci, ortamına ve eğitmenine göre davranış belirler. Özellikle bir aile ortamı içindeymiş gibi davranış gösterir. Anaokulunda ise, çocuk biraz daha olgunlaşmış ve yapabileceği becerileri ortaya koyabilme şansını yakalamıştır.
Her ne kadar yakın zamanda erkek öğretmenler yetişmiş olmasına rağmen okulun adı halen anaokuludur. Çünkü buradaki öğrenciler eğitmenlerini bir anne sevgisiyle eş değer tutarak ona göre davranış gösterirler. Bir, ev ortamı sıcaklığı hissettirilir çocuğa. İlkokulda ise, bu durum daha farklı bir yaklaşım ve tutum gerektirir. Öğretmeniyle öğrencisi arasında daha bir resmi boyut kazanır. Ancak günümüzde öğretmene bakış açısı önceki zamanlara göre daha farklılaşmış olduğundan çocuk öğretmeni daha farklı görmeye başlar. Hatta anaokulu dönemindeki öğretmen profilini görmeye çalışır. Bu öğrenci davranışları ve tutumları ortaokulda biraz daha farklılaşır. Ama lise dönemi başladığında neredeyse öğretmen öğrenci ilişkisi artık resmiyetinde ötesinde, umursamaz bir öğrenci davranışı şekline dönüşür. Üniversitede ise, zaten öğretmen öğrenci anlayışı tümden bitmiş, sadece bilgi alışverişi yapan ve doğru bir benzetmeyse müşteri satıcı durumuna dönüşür.
Ben, sizlere kendi alanımızdaki öğrenci davranışlarından söz etmek istiyorum. Yakın zamanımıza kadar, öğretmenin toplumdaki saygın yerinin bulunduğu zamanlarda öğretmen öğrenci ilişkileri gayet uyumlu, düzenli, sevgi ve saygı temelinde yürürdü. Ne yazık ki üzülerek söylemek durumundayım, günümüzde öğretmenin toplumdaki saygınlık yeri alt sıralara gerilediğinden ve ailenin öğretmene bakış açısı değiştiğinden öğrencinin öğretmen karşısındaki davranış biçimi de değişiklik göstermiştir.
Öğretmenler kendi aralarında ki sohbetlerinde hep kendi yakınlarındaki öğrenci davranışlarının bozulduğundan şikâyet ederler. Oysa öğrenciler her nerede olursa olsun o okul binası içerisine girdiği anda ülkenin her köşesinde aynı psikoloji ile karşımıza çıkarlar. Bir ilkokul öğrencisi düşünün, okulundaki herhangi bir öğretmeni tanımıyor ve ona yaş grubuna göre abi, amca, abla, teyze gibi sıfatlar verebiliyor.
Bir öğrenci düşünün, kendi öğretmeninin dışında başka herhangi bir öğretmenden hatta idareciden komut almıyor. Bir öğrenci düşünün, nöbeti sırasında yanlış bir davranış gösteren öğrenciye müdahale eden bir öğretmene ‘’sen bana karışamazsın’’ diyebiliyor. Bir öğrenci düşünün, sınıf öğretmenine dahi, annem ya da babam dedi ki ‘’öğretmenin seni üzmesine izin verme dedi’’ diyebiliyor. Bir öğrenci düşünün, ders sırasında ders araç-gerecini çıkar diyen öğretmenine ‘’canım istemiyor’’ diyebiliyor.
Buna benzer daha birçok olumsuz öğrenci davranışı sıralayabiliriz. Ancak çocuğun bu davranışları göstermesinin nedeni nedir acaba? Ya da bu çocuğa bu davranışları yaptıran veya yön veren kimdir? Tabi ki, birincil etken ailedir. Bu yaş grubundaki öğrencinin kendi öz benliğiyle bu davranışları göstermesi söz konusu dahi olamaz. Aile bireylerinin yönlendirmesi ve etkisiyle bu tür davranışları gösterebiliyor. Bu nedenle de öncelikle okul tutum ve davranışları noktasında ailenin eğitilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Yalnız kaçırdığımız bir nokta da şu oluyor ki, ne yazık ki bu aileleri de yine bizler eğitmişiz. Evet, olumsuzluğun asli unsuru aile, sonra öğretmen ve asıl sorumluluk sahibi de sanırım kurumlarımızın üst konumdaki yöneticilerinin tutumlarıdır. Siz, aileye ya da çocuğa sınırsız olanaklar tanır, asıl eğitimin merkezindeki öğretmenlerinizi ikincil duruma geriletirseniz sonuç, olumsuzlukta kaçınılmaz olur.
Son düşüncem şudur ki; hem öğretmenin mutluluğu, hem öğrencinin mutluğu, hem de toplumun sağlıklı bireylere kavuşmasının yolu, öğretmenin toplumda karşılığı olan saygın yerinin oluşmasına olanak sağlamak, buna dayalı olarak ta öğrencide olumlu davranış gelişmesini artırmaktır. Ülkemiz için nice mutlu bireyler yetiştirmek dileğiyle