Bir sabah, hiçbir sirenin sesi uykularımızı bölmesin istiyorum. Ne silah sesleri yankılansın uzak dağlardan, ne de kalabalıklar içinde ağlayan çocukların sesi sinsice karışsın gündelik telaşlarımıza. Uyanalım ve ilk kez, insan olmanın ne büyük bir nimet olduğunu hissederek başlayalım güne. Çünkü ben, bu satırları hâlâ kalbinde iyiliğe yer açabilenler için yazıyorum. Bu dünyanın kurtuluşu, hâlâ güzel günlere inanabilen birkaç kalpten çıkacak.
Bir hayal kuruyorum, evet. Ama bu hayal öyle boşlukta salınan bir düş değil; aksine, yorgun bir dünyanın yeniden doğabileceği, insanlığın kendi vicdanından tekrar su içebileceği bir sabaha dair. Kurduğum bu hayalde, şehirlerin kalbinde değil, insanların kalbinde betonlar çatlıyor. Gökdelenler gökyüzünü değil, kendi bencilliğini taşıyor; ama insanlar, yerin en derin yarığından bile filiz çıkarırcasına bir umutla bakıyor birbirine.
Düşünün bir kez: Çocukların ağlamadığı bir sabah... Kimsenin kimseden korkmadığı bir sokak... Hayvanların taşlandığı değil, okşandığı kaldırımlar… Herkesin, yaşamanın yalnızca nefes almak değil; başkasının nefes almasına engel olmamak olduğunu bildiği bir düzen...
Bu yazıyı, dünü unutmadan yarını düşleyenler için yazıyorum. Savaşsız doğan çocuklar, mülteci olmayan bebekler, okul kapılarında umutla bekleyen gençler için. O gençler ki, çoğu zaman başlarını kaldırıp gökyüzüne bakamaz hâlde yaşar. Onlara her gün kötü haberleri ezberleten bir dünyada, ben onların iyi olma ihtimaline sığınıyorum. Onların gülümsemesinde, bizim başaramadıklarımızın telafisini görüyorum.
Olası bir geleceğin tohumlarını bugünden ekemezsek, yalnızca toprağı değil, ruhumuzu da çoraklaştırırız. Bu yüzden diyorum ki: umut, bir lüks değil; bir zorunluluktur. Umut, göz göre göre karanlıkta kalmamak için elimizde tuttuğumuz tek ışıktır. Ve bu ışığı ellerimizde titretmeden taşımak, belki de yüzyılımızın en büyük cesareti olacaktır.
Bir gün, adalet yalnızca kitaplarda kalmayacak; sokak lambalarının altında da karşılık bulacak. Bir gün, bir dilenciye uzatılan ekmek, sadece vicdanı değil, ortak insanlık hissini de doyuracak.
Hayal mi?
Evet.
Ama neydi Nazım’ın dediği gibi:
"En güzel deniz, henüz gidilmemiş olanıdır."
Hayal ettiğimiz o dünya belki bugünden yarına kurulmayacak. Ama şunu bil ki sevgili okur, eğer o güzel günler gelirse, ilk harcı senin kalbindeki iyilikle karılacak. Çünkü umut, zamana değil, insanın kendine verdiği sözlere bağlıdır.
Hayal ediyorum... Çocukların göğe baktığında yalnızca kuş gördüğü, düşman değil, dost bir yeryüzü. Oyuncakların bomba sesine karışmadığı, bedenlerin değil, kalplerin büyüdüğü bir çağ. Ve okullar; yalnızca bilgiyle değil, sevgiyle de dolan sınıflar. Öğretmenlerin yalnızca müfredat değil, umut öğrettiği dersler...
Bu yazıyı, yalnızca bugünü yaşayan değil, yarını düşleyen kalpler için yazıyorum. Henüz kirlenmemiş sokak lambalarının altında kitap okuyan gençler için. Gece uykusunda dahi başkasının acısını taşıyanlar için. Hâlâ başkasının yerine utanabilen insanlar için... İyiliği bir meziyet değil, bir varoluş biçimi sayanlar için.
Çünkü artık çok yoruldu bu yeryüzü. Bencilliğin ağır adımlarından, nefreti normalleştiren manşetlerden, çıkarı erdem diye sunan dillerden... İnsan, unuttuğu bir şeyi arıyor şimdi: insanlığı.
Ve şimdi, bu satırları okuyan her yüreğe bir not düşüyorum: Eğer bir sabah bu dünya uyanırsa, bilin ki ilk ışık birinin kalbinde yanmıştır; çünkü bazen dünyayı değiştiren şey ne bir devrim, ne bir karar, sadece kimsenin duymadığı bir vicdan fısıltısıdır.