*Hırsızlık
Bilmezdik hırsızlığı, sahibinden habersiz herhangi bir şeyi yerinden bile oynatamazdık. Fransız yazar Dr. Brayer 1830’ların İstanbul’unu anlatırken,
“Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla genel ahlaka güvenden açık bırakıldığı İstanbul da her sene azami 5-6 hırsızlık olayı görülür” demiştir. Kıbrıs’a ilk tayin olduğum 1982 yılında Girne, Lâpta, Ambelia (tatil köyü) gibi yerleşim yerlerinde hırsızlığın hiç görülmediğini söylediklerinde ben de şaşırmıştım.
Hırsız için hırsızlık önemli değil, yakalanmak ise hiç hoş değildir.
*Temiz olma
Bizans döneminde sarnıçlarda durgun su toplanmış. Evlerde fıçı veya büyük leğenlerde yıkanılırmış. Osmanlı yönetimiyle birlikte akan su, durgun suyun yerini almış. Aptes alınan yerler, tuvaletler temiz tutulmuş. Berberlerin bile sakal suyunu sokağa rast gele dökmeleri buyruklarla yasaklanmıştır.
Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa ya tanıtmasıyla ünlü Comte Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor:
”Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saç ve sakallarında bir hararet olur, zamanla saçları, sakalları, kaşları dökülür.”
*Dürüstlük
Bir zamanlar Londra Ticaret Odası nın en görünür yerinde bir levha asılıymış. ”Türklerle alışveriş et yanılmazsın!”
Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası’nın toplantılarında oylar eşit çıkınca Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurmuş. Kimse kimsenin malına, mülküne göz dikmez, namusuna yan bakmazmış. Burada bir konuyu size aktarmadan geçemeyeceğim:
Edmondo dö Amicis, 1874’te yazdığı kitabında İstanbul anılarına yer vermiş ve bir gününü Kapalıçarşı’yı gezmeye ayırmış. Burada ellerinde fesleri, dudaklarında tebessümleri olan tüccar tellallarıyla karşılaşmış. Ne almak istediğini sormuşlar. Aralarında şu konuşmalar geçmiş:
---Bir şey almayacağım.
---Ziyanı yok mösyö! Sadece çarşıyı gezdirmek istiyorum size.
---Çarşıyı görmek istemiyorum.
---Bedavadan gezdireceğim.
---Bedava da olsa gezmek istemiyorum.
---O halde alışveriş için geldiğiniz bir gün işinize yarayacak malumatı vermek için sokağın başına kadar geleyim sizinle.
---Alışveriş lâfını bile duymak istemiyorsam?
---Başka bir şeyden bahsederiz, mösyö. İstanbul’da uzun zamandan beri mi bulunuyorsunuz? Otelinizden memnun musunuz? Camileri ziyaret edebilmek için izin aldınız mı?
---Size konuşmak istemediğimi, yalnız kalmak istediğimi söylüyorum.
---Pekâlâ yalnız bırakıp on adım arkanızdan geleyim.
---Niçin arkamdan gelmek istiyorsunuz?
---Dükkânlarda sizi kandırmamaları için.
---Dükkânlara girmezsem?
---O zaman… sokakta sizi rahatsız etmelerine mani olmak için.
Sonuçta ister istemez birlikte yürürsünüz.
*Naziklik
İtalyan gezgini Edmondo De Amicis 1880’lerin İstanbul’unu da anlatırken, ”İstanbul Türk halkı Avrupa’nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar müsamahalıdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın daha fazlasını görürsünüz.” demiştir.
Dünkü anlatımları hâlâ bugünün değerleriyle karşılaştırmak istiyorsanız, gelin vaz geçin! Köprünün altından çok sular geçmiş, mal sahiplenme hırsı, toplum ve din kurallarını acımasızca yıkmıştır. Nezaketi ise hiç aramayın. Kadın düşmanları tarafından kirletilmiştir.