SON DAKİKA
reklam
reklam

Harbiyelilerin sarsılmaz vefası

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 7 Mayıs 2024, Salı - 15:37   Okunma Sayısı:

Erasmus’un hangi yandan olduğunu merak eden

kişiye bir tacir,

“Erasmus kendinden yanadır”

karşılığını vermiş.[i]

 

1535 yılında halktan bir tüccarın söylediği bu sözün üzerinden neredeyse beş asır geçmiştir. Kuruluşu 1834 olarak bilinen Kara Harp Okulu ne yandadır, diye sorarsanız o da kendinden yanadır, Atatürk’ün çizdiği yolda ve milletinin emrinde…

TSK’nın göz bebekleri Harp Okulları, hiçliklerin görkemlere büründüğü, sadeliğin adının aptallığa çıkarıldığı ve birtakım karalamalarla itibar erozyonuna uğratıldığı acılarla dolu bir dönemden geçmiştir. Tüm Harbiye mezunları, yoksul Türk halkının sağladığı imkânlarla yetişmiş olduğunun bilincindedir. Altın yere düşmekle değerinden bir şey kaybetmez.

 

Devre Toplantısı

    Her yıl düzenlenen “Kara Harp Okulu 1975 Mezunlarının Devre Günü Toplantısı”nı eş ve çocuklarımızla birlikte ve yemekli olarak Fenerbahçe’deki DG tesislerinde yaptık. Gencecik bedenlerin yıllarla nasıl aşındığını görünce insanın içini bir hüzün kaplıyor. Onların yetişmiş birer tecrübe küpü olduğunu bilmek, ama devletin onlardan hiç istifade etmediğini görmek ayrı bir üzüntü yaratıyor.     

Hepimiz 14-15 yaşlarında ana babalarımıza göz yaşları içinde veda ederek Kuleli Askerî Lisesi (K.A.L.) ’ne girmiş, üniforma bilincine sahip çakı gibi minik askerler olmuştuk. Edebiyat derslerinde bizlere saygılı şekilde en kısa, öz ve nazik konuşma şekilleri öğretiliyor, liderlik vasıfları kazandırılıyordu. İstanbul içi liseler arası yabancı dil yarışmalarına katılıyor, millî bayramlarda sportif gösterilerle heyecan yaratıyorduk.

Mezuniyet günümüz yaklaştıkça topluca Harbiye sağlık muayenelerine sevk ediliyor, tören çalışmalarına katılıyorduk.  K.A.L bitirme sınavlarını veremeyenler Harp Okulu’na gidemiyor, ancak bir sonraki sene gidebiliyorlardı. Bizler güzel okul K.A.L ’den 1972 yılında mezun olmuş, Ankara’daki Kara Harp Okulu’nun yolunu tutmuştuk.

 

Okula giriş koşulları

Devletin subay yetiştirdiği her kuvvetin Harp Okulu’na sınavla girilir. En önemli husus ince eleyip sık dokunan sağlık muayenelerinden geçebilmektir. İğne deliğinden geçmek diyebileceğim ikinci zor alan ise güvenlik tahkikatıdır. Bunun sıkıntılarını sivil kaynaktan müracaat eden öğrenciler çok çekmişlerdir. İki tümceyle özetlemeye çalıştığım bu süreç, okula büyük ümitlerle girmek için müracaat eden gençlere heyecan, merak ve tedirginlik yaşatır. Kazanamayanlar çok üzülür, kazananlar sevinir.

Harp Okulu’nda çok daha sıkı bir disiplin anlayışı vardır ve günün her saatinde bu kurallar geçerlidir. 1’inci sınıf öncesi ATAT Bölgesi (Atış-Tatbikat)’nde uyum sağlayamayanlar, bir ay sonra yapılacak olan yemin törenine kadar okulla ilişiğini kesmek zorundadırlar...  

K.A.L’ den gelen bizler ve sivil kaynaktan alınan adaylar, disiplin ve düzen içinde üç yıllık (sonradan dört yıllık) eğitimlerini görmek zorundadır. Diğer yandan şimdiye kadar hiç yaşamadıkları eğitim hayatıyla baş başa kalırlar. Her öğrenim yılı sonunda İzmir-Menteş’te bulunan atış ve tatbikat bölgesine giderek çadırlarda kalırlar. Halen ordumuzda kullanılan modern silahların mekanik eğitimlerini görür ve atışlarını yaparlar.

 

Merkez bina girişi

Şimdi bu açıklamalara ve o günlerde yaşanan tatlı hatıralara şunları da katalım: Okula ilk katılışımızda merkez binanın girişindeki mermer sütun ve yüzeylerde Harp Okulu’ndan mezun olmuş, I. Dünya ve İstiklâl Harbi’nde şehit düşmüş subaylarımızın isim, doğum tarihi, baba adı ve memleketleri yazılıdır. Bu ana kapıdan her giriş çıkışta birkaç dakika isimleri okur ve düşünürdüm. Bana ilginç gelen bu yiğitlerden çoğunun isimlerinin karşısında “memleketi” hanesinde Dersaadet yazıyordu. Bu gayet normal bir durumdur.

Her iki dünya savaşından sonra Türkiye’ye gelen yabancı bilim adamları, genellikle İstanbul’a, Cumhuriyet’in ilanından sonra da Ankara’ya gelmişlerdir. Bu iki büyük şehirde üniversitelerde görev aldıkları için kaliteli öğrenci yetiştirmişlerdir. Cumhuriyet ile birlikte Harp Okulu’na girenlerin sınavda başarılı olmalarının nedeni bu olabilir ve genellikle İstanbul ağırlıklıdır

 Sosyal faaliyetlere açık olan okullara 07 Haziran 1926’da bir yazı gönderilerek öğrencilerin dans okulları ve balolara gidemeyecekleri emredilmiştir.[ii]  Sebebini araştırdığımız zaman Cumhuriyet’in ilanından sonra Anadolu’da çıkan isyanların çokluğunu, bunların arkasında İngiliz ajanlarının bulunduğun ve gerek planlamanın gerekse sonuçların değerlendirilmesinin İstanbul’da yapılıyor olduğunu görebiliriz      

 

Harp Okulu’nun yetiştirdikleri

Harp Okulları, asker ve büyük devlet adamları yetiştirmiştir. Cumhurbaşkanları, Başbakan ve Genelkurmay Başkanları başta gelmektedir.

Bir de Harbiye’den mezun olup kıta hizmeti sonrasında ayrılan ve sanat dünyasında yer alanlar vardır. Şeker Ahmet Paşa, Nabizade Nazım, Beşir Fuad, Hoca Ali Rıza, Cenap Şahabeddin, Sami Yetik, Ömer Seyfeddin, Osman Cemal Kaygılı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Aziz Nesin, Vüs’at O. Bener, Bekir Sıtkı Erdoğan’ı bir çırpıda sayabiliriz. Günümüzde ise;

*Akademisyen olarak üniversitelerde ders verenleri,

*Ülkesel, bölgesel ve küresel olarak televizyonlarda stratejik seviyede değerlendirme yapanları,

*Hem yurt içi hem de yurt dışı yüzme ve atış müsabakalarına katılarak ödül alanları,

*Ülkemizi yurt dışı görevlerde temsil edenleri,

*Ticaretle uğraşıp başarılı olanları,

*THY ve diğer hava yolu şirketlerinde pilotluk yapanları,

*Kitap yazanlar, şiir yazanlar, gazetelere yazı yazanları,

*Arkeolojik kazılarda görev alanları,

*Okullara, kimsesizlere, şehit çocuklarına destek olanları,

*TSM korosunda görev alanları söylememiz gerekir.

 

Anılardan

…Kuleli sonrası İzmir-Menteş ATAT Bölgesindeki ilk kaptayız. Öğleyin eğitimden gelmiştik. Takım komutanımız düdük çalarak iki dakika sonra yürüyüş kolunu oluşturmamızı istedi. Eğitim kıyafet ve teçhizatını çıkarıp tüfeği yerine koyacak, uzun paçalı ve oldukça bol olan deniz kıyafetini giyecektik. Bu koşu herkese 100 m sürat rekoru kırdırabilirdi. Sonrasında ise yürüyüş koluyla deniz eğitimine gidecektik.

    Hepimiz toplanmış, bir arkadaşımızı bekliyorduk. Mayosunu giymeden önünü ve arkasını kapatarak çadırlar bölgesinden bize doğru bir Adem Baba (!) koşarak geliyordu. Takım Komutanı uyarısını yapmıştı:

    ---Genel ahlakı çiğnedin…

---Ama böyle gelmeseydim disiplin yönergesini çiğneyecektim…

Belki de aynı anda hepimizin içinden, “Bu hafta ilişiği kesileceklerden biri belli oldu” şeklinde kanaat belirmiştir…

 

Harbiye Marşı

1928 yılında Harp Okulu öğrencileri olan Hüsnü Öncü’nün bestesini, Cevdet Şakir Çetinel’in de güftesini yazdığı Harbiye Marşı’yla coşmayı öğrenmiştik.

 

Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız

Tufanları gösteren tarihlerin yâdıyız.

Kanla irfanla kurduk biz bu Cumhuriyet’i

Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız.[iii]

    Mezuniyetten y ıllar sonra şanlı ordumuzun saflarından emekliliğe ayrılırken gözlerimiz dolu dolu olmuştu. Eski Harbiyeliler bize “Bu okula giren bir ağlar, çıkan bir ağlar” demişlerdi. Gençliğimizin etkisiyle bazı kavramları pek anlayamamışız galiba. Şimdi toplantımız bitmek üzere. Çoğumuzun gözleri nemlendi yine…

    Kibir nedir bilmeyen bu emekli general ve subaylar, devlet malını dün nasıl korudularsa bugün de kamu malını ve yetim hakkını korumaktadırlar, tıpkı mezun oldukları ilk günün heyecanıyla… En büyük Harbiyeli Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve şehitlerimize rahmetler olsun, huzur içinde yatın kahraman yiğitler!

 

[i] Desiderius Erasmus (28 Ekim 1466, Rotterdam - 12 Temmuz 1536, Basel), Kuzey Avrupa Rönesansı'nın önemli Felemenk Katolik Augustinian rahibi, felsefeci[2][3]klasik edebiyat araştırmacısı, hümanist, bilgin ve ilahiyatçı.

[ii]  07.06.1926 Tarih, Cumhuriyet Arşivi, Fon: 180-9-0-0,     Kutu: 111,           Gömlek: 540,       Sıra: 78

[iii] Nigâhban: Bekçi, gözcü, gözleyen

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam