SON DAKİKA
reklam
reklam

Haftanın Filmi: ‘Gökdelen’

Eklenme Tarihi: 15 Temmuz 2018, Pazar - 21:00   Okunma Sayısı: 278338
Yılın merakla beklenen aksiyon filmlerinden  olan  Rawson Marshall Thurber’in yönettiği ve aksiyon filmlerinin sevilen isimlerinden olan Dwayne Johnson, Neve Campbell, Chin Han ile Roland Moller’in oynadığı Gökdelen (Skyscraper) 13 Temmuz 2018’den itibaren İstanbul başta olmak üzere tüm yurt çapında vizyona girdi. 
Gökdelenlerin güvenliğini değerlendiren eski bir FBI Rehine Kurtarma Ekibi Lideri ve ABD savaş gazisi olan Will Ford’un Çin’deki görevi sırasında dünyanın en yüksek ve en güvenli binasının bir anda yandığını görmesi ve bu yüzden suçlaması sonrasında, kaçak durumuna düşmesi ve Will Ford’un olayın sorumlularını bulması, adını temize çıkarması ve binanın içinde, yangın emniyet hattının yukarısında mahsur kalan ailesini kurtarması gerekmesi filmin ana konusunu oluşturuyor. 
Peki Gökdelen (Skyscraper) filminin çekim aşamasında ve yapım hazırlığı aşamalarında neler yaşandı. Bunu merak ediyorsanız, bizim sizler için özel hazırladığımız haberimizi takip etmenizi öneriyoruz. 
Filmin ilham kaynağı olan öykü  
“Ejderha İncisi Öyküsü” 
Evet; Gökdelen (Skyscraper) filmine ilham kaynağı olan öykü  “Ejderha İncisi” öyküsü . Size bu öyküyü aktarıyoruz. 
“Bir zamanlar çok fakir bir köyde yaşayan çok fakir bir çocuk varmış. Ülke, her zaman kurakmış ve çocuk her gün annesini ve kendisini geçindiren çiftlik hayvanlarını besleyecek otları bulmak için her gün biraz daha uzağa gitmek zorunda kalıyormuş. Bir gün tarlaları kazarken güzel bir inci bulmuş. İnciyi bir pirinç kavanozunun içine saklamış. Ertesi gün kavanoz taşmış. Sihirli inci kısa bir sürede köye bolluk getirmiş ve halk artık aç kalmamış. 
“İncinin sihriyle ilgili söylentiler çok uzaklara yayılmış ve bir süre sonra inciyi almak için köye kötü adamlar gelmiş. Küçük çocuk inciyi yutmuş ve yutunca vahşi bir ejderhaya dönüşmüş. Gökler açılmış, nehri doldurmuş. Ejderha suyun içinde kaybolmuş ve köyünü ve halkını sonsuza dek oradan korumaya devam etmiş.”
Sevilen aktör Dwayne Johnson ve Central Intelligence filminin yazarı ve yönetmeni Rawson Marshall Thurber Gökdelen’i 2016’da kararlaştırdılar 
2016 yılında, Dwayne Johnson ve Central Intelligence filminin yazarı ve yönetmeni Rawson Marshall Thurber aksiyon komediyi tamamlarken birlikte yepyeni bir projeden ve Johnson’ın daha önce canlandırmadığı türden bir karakter türünden söz etmeye başlamışlar. Johnson’ın benzersiz çekiciliğinin, kaslarının ve tutkusunun tüm dünyadan izleyicileri çekme yeteneği kanıtlanmış olsa da oyuncu  da aslında farklı bir yeteneğini kanıtlamak istiyor. 
Johnson ile filmin idari yapımcısı Dany Garcia’nın yapım ortağı Hiram Garcia süreç hakkında  şunları söylüyor; “Filmi yeni bitirmiştik ve Rawson’la çok başarılı bir iş çıkarmıştık. O ve Dwayne gerçekten çok iyiydi. Rawson da, Dwayne’in ister zayıf, ister sert, ister korku dolu olsun birçok yüzü canlandırabildiğini görmüştü. Rawson, Dawson için izleyicilerin daha önce hiç görmediğini düşündüğü hassas bir yerden gelen bir karakter yaratmayı düşünmüştü.”
80’lerin Die Hard ve Lethal Weapon gibi iyi aksiyon filmlerine olan büyük hayranlığıyla bilinen yapımcı da  bu fikrini Johnson’a anında aktarmışlar. Oyuncu ile yapımcı  da hemen Garcia’yı aramışlar ve ikili ayrıntılı bilgi istemişler.
Rawson Marshall Thurber’ın söylediğine göre ise şöyle olmuş; “Dünyanın en uzun binasını hayal et Çin’de, yanıyor ve ailen binanın içinde. Bütün şehir senin peşinde ve senin binaya girmen gerekiyor. Bu arada bir bacağın da yok. Bunları duyunca Dwayne’in gözleri büyüdü. İnsan potansiyellerini maksimize etmek için birçok şeyin üstesinden gelmesi gereken tüm o insanları onurlandırma fırsatı onu çok heyecanlandırdı.”  
Dwayne Johnson için by filmdeki 
rol fiziksel olarak en 
talepkar roldü
Dwayne Johnson, “Oynadığım fiziksel olarak en talepkar roldü” dediği rolün ilgisini neden çektiğini şöyle anlatıyor ; 
“Tüm dünyadan izleyicilerin bir numaralı dayanağı aile bağıdır. Aile ideolojisi ırk, kültür, sınıf ya da dinen bağımsız olarak herkesin bağ kurabildiği bir konudur. Parçalanan bir ailede ve çocuklarını korumak için ellerinden gelen her şeyi yapan ebeveynlerde çok derin bir duygu vardır. Bizim için Gökdelen’de bu çok özel bir dayanak oldu. Bunu filmde incelememiz insanlarla çok ilgili olmasını sağlıyor.”
Oyuncuyu ve yapımcıyı projeye çeken en önemli sebep ise iş ortağı Rawson Marshall Thurber’la bir kez daha çalışma fırsatı bulmaları. Bu durumu da  Dwayne Johnson şu şekilde özetliyor; “Rawson, Hollywood’daki eşsiz yeteneklerden biridir. Büyük ölçekli projelerin tek yazarı ve yönetmenidir. Bunların hepsi onun kafasından, onun beyninden çıkıyor. Bana Gökdelen’i teklif ettiğinde ben yüzde yüz varım dedim. Die Hard, The Towering Inferno ve The Fugitive filmlerinin karışımı olduğunu düşündüm. Harrison Ford, Will Swayer’ın ilham kaynağı olmuş.” Üç isim de;  Johnson’ın 2012’nin Journey 2: The Mysterious filminde ve daha sonra art arda dört filmde birlikte çalıştığı yapımcı Beau Flynn’e gitmişler. Teklif, yapımcının hemen ilgisini çekmiş ve teklifi şu açıklamasıyla kabul ediyor; 
 “Dwayne ve ben felaket türünü çok severiz. Towering Inferno’ya bayılırım. Die Hard’ı çok severim. Bu yüzden bana fikri sunduklarında ‘ben varım!’ dedim. Hemen bütün filmi gözümde canlandırdım. Will Sawyer kesinlikle Dwayne’in bugüne kadar oynadığı bütün karakterlerden çok farklı. Çok hassas ve çok insan. Dwayne Johnson’ı insanlaştırmak için böyle bir şeye ihtiyacınız vardır. Bu filmde sınırlarını aşmak zorunda kalan sıradan bir adam. Bunları büyüleyici bir dramla birleştirince bu filmin yapılması gerektiğini biliyorduk.”
Yapımcılar için Gökdelen ayrıca orijinal senaryoyu derinlemesine incelemek için de bir fırsat olmuş. Garcia  özetle şunları söylüyor; “Şu anda IP’lerin önemli olduğu bir sektördeyiz.   Yanlış anlamayın. Biz de bunun bir parçasıyız ve bunu seviyoruz. Ama orijinal içerik yaratma fırsatı bizim için önemliydi. Özellikle de çok özgün bir iş olan Central Intelligence’ın başarısından sonra bu da ideal projeydi.” Aynı zamanda Thurber’ın kendi senaryosunu yöneteceği de hiç şüphesiz olarak değerlendirilmiş.  Hiram Garcia bu konuda ise şu cümleleri  kullanıyor; 
“Bu sektörde onun düzeyinde yazar/yönetmen olan çok fazla kişi yok. Rawson bu konseptleri yaratmak, yazmak ve sonra da yönetmek konusunda bir usta. Dodgeball, We’re the Millers ve tabii ki Central Intelligence filmleriyle biliniyor. Herkesin kendisini bir komedi ustası olarak görebileceği bir pozisyona geliyordu. Ama Raawson uzun zamandır gerilim filmleri hayranıymış ve hep bir gerilimi yönetmek istemişti. Muhteşem bir ilk taslak sundu ve birkaç taslaktan sonra çekim senaryosuna geçmeye hazırdık. Gerçekten de şu anda sektörümüzdeki en iyi film yapımcılarından biri ve çok genç. Muhteşem bir geleceği olacak.” 
Rawson Marshall Thurber filmi 
hem yazdı; hem de yönetti 
Yönetmen Thurber için, yazma ve yönetme ikilisi çok doğal bir şekilde geliyor ve ikisini bir arada yapmamak için hiçbir sebep görmüyor ve şu açıklamada bulunuyor. 
“Yazmayı ve yönetmeyi birbirinden ayırmıyorum. Hepsi film yapım sürecinin parçası. Benim için senaryonun var olmasının tek amacı başka bir şeye dönüşmesi. Bir şiir ya da gazete makalesi değil, bir roman ya da deneme yazısı da değil. Tek amacı canlandırılıp çekilmesi. Birçok yönden detaylı bir plan. Ama bazen bunun tam tersinin yaşandığı zamanlar olduğunu da söyleyeceğim. İçimdeki yazarın, çekimi zor olacağı için bir şeyleri yazmakta tereddüt ettiği oldu. Genelde o sesi görmezden gelmeye ve yazabileceğimin en iyisini yazmaya çalışırım.”
Yapımcı için en önemlisi de ; izleyicilerin sonunda Dwayne Johnson’ı kolay incinebilen bir kahraman olarak görecekleri olmuş.  Yönetmen Rawson Marshall Thurber bu konuda  şunları söylüyor; “Onu Kaya olarak tanıyoruz. Ama bir oyuncu ya da insan olarak bu onun ilginç bir özelliği değil. Ayrıca izleyicilerin bağ kurabildiği şeyin de bu olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar İndiana Jones’u yumruk atabildiği için değil yumruğa karşı koyabildiği için seviyor. O macerada hayatta kalmaya çalışan normal biri. Dwayne ve ben de Will’in yer alacağı girişimlerden ve sıkıntılardan güçbela kurtulabilen birisi olmasını istedik.” Yapımcılar ve yönetmen hikayeyi ortaya çıkardıkça Will için de  riskler de büyümüş.  Yönetmen Rawson Marshall Thurber bu konuyu ise  şöyle açıklıyor; “Bina yanıyor, Sawyer’ın ailesi yangın hattının yukarısında mahsur kalmıştır. Dahası yangından kendisi sorumlu tutulmaktadır. Bu yüzden binaya girip ailesini kurtarmanın ve kötü adamların kimler olduğunu çözmenin, onları durdurmanın ve adını temizleyerek binadan çıkmanın bir yolunu bulmalıdır. Hepsini bir günde yapmalıdır.” Filimin yapımcısı da  bu filmi aslında Dwayne Johnson için yazdığından dolayı şunları söylüyor; “Dwayne’i zorlamak istedim. Onun savunmasız olduğunu görmek istedim. Bir sorunu yumruklarla değil de düşünerek çözdüğünü görmesini istedim. Güç bela hayatta kalmasını istedim.” Ekip daha sonra bu fikri şehirde sunmaya karar vermiş.  Hiram Garcia’nın bu konudaki açıklaması ise şu şekilde;  “En sıkı sunum oldu. Bizim işimizde bir konsepti yaratmak, bir araya getirmek, satmak ve bir yıl sonra yeşil alıp çekime başlamak çok nadirdir. Bu pek olmaz. Genelde bir filmin ilk fikirden geliştirme aşamasına gelmesi beş yıl kadar alır. Yani oraya çıkışı özel bir sihir oldu.”
Gökdelen’nin tehlike dolu 
sahneleri nasıl çekildi ?
Sinema severlerin sanırız en çok merak edecekleri konulardan birisi de bu konu olsa gerek . Gökdelen’deki en güçlü dövüşlerden biri, Ben’in dairesinde Will ile Ben arasındaki dövüş sahnesi. Bu sahnenin çekimini ise filmin idari yapımcısı Dany Garcia’nın yapım ortağı olan Hiram Garcia şu şekilde açıklıyor; “Bu önemli çünkü bu filmde işlemek istediğimiz bir konu da zorlukla hayatta kalan bir adamdı. Will, kılıcını bırakmış bir samuray. Yıllardır birebir dövüş yeteneklerini kullanmamış ve paslanmış. O bir Jason Bourne değil. Bu işi temiz oynamıyoruz. Pis ve zorlu bir iş. İki adam birbirini öldürmeye çalışıyor ve Will hayatta kalmaya çalışıyor. Ben onun iyi arkadaşıymış ve bir anda onu öldürmeye çalışıyor.”
Dwayne Johnson,  filmi ilk izleyen izleyicilerin orduda birlikte görev almış ama şimdi düşman olan bu iki eski asker arkadaşın arasındaki dövüşe bu kadar iyi tepki vermesine pek de  şaşırmamış. Johnson bu konu hakkında şunları söylüyor; “Çok ham ve çok yoğun. Bu dövüşün sevdiğim yanı günümüzde Hollywood’da dövüşler çoğu kez biraz parlatılmış ve havalı olabiliyor.Bazen aksiyon başka bir gerçeklik türüne geçebiliyor. Ama bu? Bu sadece A’dan Z’ye gerçek bir şiddetti.”
 
 
2. gün 
Söz konusu dövüş, Ben’in Will’in yapay uzvunu tekmeleyerek altından atmasıyla iyiden iyiye şiddetleniyor. Will’in zayıf noktası için ucuz bir çekim gerekmiş. Filmin oyuncusu olan Neve Campbell ise çekimler hakkında  şunları söylüyor, “Fiziksel olarak zorlanan bir karakter var. Dwayne’in fiziksel olarak yeterli karakterleri canlandırmasına o kadar alışmışız ki onu Will gibi bir karakter olarak görmek ve onun gerçekliğine bürünmesini izlemek büyüleyici. Bu karakter bir süper kahraman değil. Mücadele ediyor. İzleyiciler Dwayne’in bunu ne kadar iyi canlandırdığına şaşıracaklar.”
Johnson için  filmde öne çıkan bir başka kavga da Pearl’ün en üstünde WWE güreşçisi “Doomsday” olarak bilinen (Johnson’a göre “büyük pislik herif” olarak flimde tanımlanıyor) Jason Day’in canlandırdığı yardakçıyla kavgası. Johnson için ise bu kavganın anlamı çok büyük. Çünkü  oynadığı Will karakterinde “bütün dokuları, ruhu, varlığı, DNA’sı pes etmesine izin vermiyor. Durmuyor. Sadece devam ediyor.”  O sahne için ise Day, epey uzun gelen birkaç saniye için Johnson’a “arkadan boğma hareketi” uyguluyor.
Oyuncu, aksiyona giren tek kişi olmamış. Deniz kuvvetleri cerrahı Sarah da filimde bol bol  dövüşmek zorunda kalmış. Filmin kadın başrolü olan Neve  Campbell bu konu hakkında  şunları söylüyor; 
“Hannah ile yaptığı araba dövüşünü izlemek keyifli olacak. Çünkü çok farklı ama çok güçlü kadın karakterler birbirine saldırıyor. Arabanın içinde kısıtlı bir alanda olduğu için koreografi çok yaratıcı. Akrobasi koordinatörleri için de ilginç bir meydan okuma oldu ama müthiş bir iş çıkardılar.”
Gökdelen’de Hong Kong nasıl 
görüntülendi ve filme 
adapte oldu ?
Filmin yapım tasarımını Jim Bissell hazırladı. Bissell Hong Kong’u ve filmdeki gökdeleni  tasarlarken, Winston Churchill’in  2. Dünya Savaşı’nda bombalar tarafından zarar görmesinin ardından Birleşik Krallık Parlamentosu’ndan söz ederken “Biz binaları şekillendiririz. Ondan sonra onlar bizi şekillendirir.” sözünden hareket etmiş ve Gökdelen  Pearl’ü tasarlarken izlediği yaklaşımı da bu söz üzerinden şekillendirmiş. 
Jim Bissell filmdeki gökdelen olan Pearl’ün tasarımı hakkında ise  şunları söylüyor;
“Bir bina ya da şehir içinde bulunduğu kültürü şekillendirir. İnşa etmek istediğimiz o yerin kültürüne özel olması gerekiyordu. Her şeyi tasarlayıp filmi hazırlamak için sadece 5 ayımız olmasına rağmen Pearl’ün geliştirilmesinin uzun yıllar sürmüş izlenimi vermesi gerekiyordu. Bina tahrip olmuyor. Dayanıyor. Gücün ve direncin sembolü. Towering Inferno’daki kibir sembolünden farklı. Orada “fazla ileri gittik” benzetmesi vardı. O filmde bozulmuş müteahhitler ve tehlikeli bir mimar vardı. Ama Gökdelen’de bina muhteşem. Sadece kötü güçler tarafından zarar görüyor.”
Jim Bissell ve ekibi Çin kültürünü araştırarak inşa edebilecekleri bir ana tema aramaya başlamışlar. Sonuçta filme de ilham kaynağı olan  “Ejderha İncisi” adlı hikayeyi bulmuşlar ve Çin kültüründe incinin bir aydınlanma başarısı ya da ruhun aydınlanmaya giden yolculuğunu temsil ettiğini öğrenmişler. Hikayede çocuk da  nehirdeki bir ejderhaya dönüşüyor. Aynı şekilde Bissell’in araştırmacılarından biri de Pearl nehrinin ağzının Hong Kong’tan okyanusa döküldüğünü ve Pearl nehrinin bir ejderha olarak şekillendirildiğini görmüş.
Tasarımcılar araştırma için Hong Kong’a gittiğinde ve bölgeyi daha yakından incelediğinde Pearl’ü Hong Kong tarafında değil de; daha çok  Kowloon tarafında konumlandırması gerektiğini fark etmiş. Bu  da yapımın arka planda Hong Kong’u göstermesine olanak sağlıyor. Daha sonra Bissell, ”Kowloon”  sözcüğünün  de “dokuz ejder” demek olduğunu öğrenmiş. Şehrin arkasında sekiz ejderi temsil eden sekiz dağ varmış ve imparator da ( Ki bu fikrin özgün halinde  Song Hanedanlığı’nın son imparatoru olan ve ordusunun Moğollara yenilmesinden sonra bir tepeden atlayan 7 yaşındaki Zhao Bing’in (doğum 1272) öyküsü  yer alıyor) dokuzuncu ejder  olarak biliniyor.  
Oradaki Ejderha ve inci görüntülerini esas alan Jim  Bissell’in ekibi binanın tasarımlarını geliştirmeye başlamışlar. Bissell bu konu hakkında şu açıklamayı yapıyor;
 “Gerekliliklerden biri de çok büyük bir gözlem küresinin olmasıydı. Ama sorun geleneksel, düz bir kule yapıp üstüne de bir kubbe oturtursanız çok fallik bir görünümü oluyordu. Bu yüzden farklı formlarla oynadık ve sonra gerçek bir gücü temsil etmek için eğri, kaslı bir tasarım olması gerektiğini fark ettim. Böylece onun üzerinde çalışmaya başladık ve ejderha gibi kıvrılarak incinin kendisine giden bir tasarım ortaya çıktı.”
Başta Bissell’in ekibinden biri tarafından geliştirilen tasarımda yükselirken kıvrılan üç sütundan oluşan ve en üstteki küreyi ya da inciyi destekleyen üç ayaklı bir iskelet yer alıyormuş. Bissell, burayı ejderhanın ağzı olarak düşünmüş ve “Oraya bir göz bebeği koysak ve orası da rüzgar türbini olsa nasıl olur?” diye düşünmüşler. 
Bissell  bundan sonrasını şöyle anlatıyor; “Yavaş ama emin bir şekilde uygulamaya başladık ve binayı Victoria limanının kıyısındaki bir ejderhaya dönüştürdük. Temelin etrafında yapay dalga havuzları yaptık. Su girip çıktıkça türbinleri döndürüyor ve bu da elektrik hattını oluşturuyordu. Sonra bir de 150. kattaki rüzgar türbini var.”
Sonunda güneş panellerini de yerleştirmişler ve hepsi bir arada Pearl’e özerk bir enerji sistemi sağlanarak gökdeleninin enerji sorunu hallediliyor. Tasarımcı Jim  Bissell’in konu hakkındaki açıklaması ise şu şekilde; 
 “Dalga havuzları fikrinden sonra neden dalga havuzlarını geliştirip pirinç tarlası yapmıyoruz, diye düşündük. Yani Pearl sadece kendi enerjisini üretmekle kalmıyor ayrıca kendi yiyeceklerini de yetiştiriyor. Pirinç, Çin’in sürdürülebilir tahılı. Yani ejderhanın pirinç tarlasından yükseldiği ve inci bilgeliği için gökyüzüne uzandığı benzetmesi var. Hepsi kısa sürede (2 haftada) bir araya geldi ve bu büyük bir şans. Bazen sanat böyle işliyor. Şansınız yaver gidiyor ve muhteşem mutluluk verici olaylar gelişiyor.” Ejderha gökyüzündeki inciye uzanıyor. Bu yüzden Bissell de havada duran küre illüzyonunu yaratmak istemiş. Burada Bissell, Bolivya’nın gökyüzünü yansıtan, ufku karartan ve insanın sonsuzlukta durduğu illüzyonunu yaratan ünlü aynamsı tuz arazilerinden Salar de Uyuni’den ilham alındı. 
Bissell bu konu hakkında şunları söylüyor; “225 kat yukarıdaysanız ve yansıtan bir yüzey varsa o zaman gökyüzü zemine dönüşür ve aynı sonsuzluk efektini yaşayabileceğini düşündüm. Böylece küreden çıkan büyük bir dudağı tasarladık. Giriş açıldığında şaşırtıcı sonsuzluk efekti yaşanıyor. Cennete yükselmişsiniz gibi uhrevi bir duyguya kapılıyorsunuz.”
Gözlem katı dijital olarak yaratılmış ama fikir çok gerçekçi olarak görülmüş. Filmin görsel efektler yapımcısı/post prodüksiyon süpervizörü Petra Holtorf-Stratton  da şunları söylüyor; “Bu kesinlikle gerçek hayatta da yapılabilirdi. Birçok yüksek binalarda artık gökyüzü yürüyüşleri yapılıyor. Binanın dışına çıkıyorsunuz ve kıyısındaymışsınız hissini veren sonsuzluk havuzları var. Optik bir illüzyon. Bunu yapamamamızın tek sebebi, binamızın aslında var olmaması. Ama yaptığımız her şeyin canlı aksiyon dünyaya tümüyle entegre olması gerekiyordu. İzleyicinin bu filmi izleyip Hong Kong’u ziyaret etmek ve her ne kadar var olmasa da binamızı görmek istemesini sağlamak istedik.”   
Dünyanın en yüksek binası olan Burj Khalifa’nın mimarı  olan Adrian Smithi Gökdelen için önemli katkılar sağladı 
Bissell, tasarım ekibinin yanı sıra dünyanın en yüksek binası olan Burj Khalifa’nın mimarı da Adrian Smithi’i de seçme lüksüne sahip olması film için artı bir değer. Flynn, Smith’e ulaştığını ve fikirlerini aldığını, sonuçta da filme nasıl ilham olduklarını şu şekilde anlatıyor; 
“Adrian bize bu mega yüksek binaları inşa ederken yaşanan en büyük sorunlardan birini asansör kabloları olduğunu söyledi. Artık asansörleri o kadar yükseğe çıkarmak için düz kablolar kullanıyorlarmış. ‘Asansörleri bin metre yukarı-aşağı hareket ettirmek için manyetik teknoloji kullanabildiğinizi hayal edin” dedi. Bu saf bilim kurgu ve biz de bunu hemen kullandık. Adrian’ı Rawson’la telefonda görüştürdük. Bu da bizi Pearl’ün temel konseptine götürdü. Sonara Jim’i işe aldık. Dünyadaki en iyi tasarımcılardan biri. Binanın şekline ilham veren muhteşem bir Çin efsanesini buldu. Dokusu, rengi Zhao’nun hikayesine paraleldi. Her şey böylece hayata geçti.” Dış tasarıma karar verildikten sonra sıradaki soru Hong Kong manzarasının neresine konumlandırılacağı  karar verildi. Şu anda gerçek hayatta Hong Kong’un en uzun binası İ halen de 108 katlı Uluslararası Ticaret Merkezi. 225 katlı Pearl’ün yüksekliği ise  onun iki katından uzun. Bissell, bu yüzden olsa gerek Hong Kong’un dijital modellerini alıp, açılarla bol bol oynuyor. Sonunda Pearl’ün “tam ortamda göz alıcı” göründüğünü söylüyor. 
Filmdeki Zümrüt Parkı nasıl 
oluştu ve nasıl yakıldı 
Yapım ekibinin bir sonraki adımı  ise Zümrüt Parkı’nı çözmek olmuş. Tipik bir binada bulunan düz, çatı katı bahçesinin aksine Zümrüt Parkı 30 katlı dikey bir alan. Önce kavramsal olarak sonra da pratik olarak çekim açısına göre çözümlenmesi gerekiyor. İşin kavramsal yanı Çin sanatında M.Ö. 200’den sonrasında ejderhanın gelişimini inceleyerek başlamışlar. Çin resimleri genelde doğayı resmederler. Bundan dolayı da geleneksel Çin resimlerinin büyük bölümü Zümrüt Parkı’na referans oluyor.  Sorun, bu resimlerin zarafetinin filmdeki parkın üç boyutlu dünyasına nasıl taşınacağı. Sonunda ekip modern bir sanatçı görevlendirmişler ve bu resimler ışık ve gölgelerle yeniden yaratılarak birlikte bir manzara oluşturarak, Zümrüt Parkı’nı ortaya çıkarmışlar. Fakat açılış sahnesini çekerken bir zorluk yaşamışlar. Çünkü  ilk sahne gündüz sahnesi , haliyle de pencerelerden süzülen doğal ışıkta geçiyor ve çekimlerinde ışığı yakalaması için dışarıda yapılması gerekiyor. Bu da ; ekip için bir ikilem yaratmış. Ekip  bu süreçte şu sorulara yanıt aramışlar; 
“Dış mekan setinde yeşil ekran 
kullanıp daha sonra bütün park 
bilgisayar da mı yapılmalı?”
“Parkı dışarıda yapıp daha sonra büyük bir setin içine mi getirmeli? Yoksa gerçek bir park kullanıp ardından aksiyon sahneleri için ve görsel efektlerin temelini oluşturmak üzere gerekli bölümleri içeride yeniden mi inşa etmeli? “ 
Sonunda üçüncü seçenek en yaratıcı ve teknik olarak en uygulanabilir seçenek olmuş ve British Columbia Universitesi’ndeki Cecil Parkını, Zümrüt Parkının yerine kullanılmak üzere seçiliyor.
Parkın içinde 30 katlı bir şelale yer alıyor ve film için daha küçük ama yine de etkileyici bir ölçekle yaratılmış. Özel efektler süpervizörü Joel Whist devasa fıskiyenin ve dakikada 7500 litre hızla su fışkırtan pompasının inşasından sorumlusu. Sahnenin altında suyu tutan ve pompalayan dev bir rezervuar inşa ediliyor.
Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: SİNAN ERDOĞDU

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam