Warning: imagecreatefromjpeg(/var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/../dosyalar/gorsel/2018/12/17/Kanser_HastasY_ArsYiv_GoYruYntuY_3.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 44

Warning: imagesx() expects parameter 1 to be resource, bool given in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 3

Warning: imagesy() expects parameter 1 to be resource, bool given in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 4

Warning: Division by zero in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 11

Warning: imagecopyresampled() expects parameter 2 to be resource, bool given in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 28
Radyobiyolog Dr. Deniz Öner vatandaşları kanser konusunda uyarıyor (II.BÖLÜM) - Tünaydın Gazetesi
SON DAKİKA
reklam
reklam

Radyobiyolog Dr. Deniz Öner vatandaşları kanser konusunda uyarıyor (II.BÖLÜM)

Eklenme Tarihi: 17 Aralık 2018, Pazartesi - 11:10   Okunma Sayısı: 254291
Radyobiyolog Dr. Deniz Öner şu günlerde Tüketici Sorunları Derneği (TÜSODER) Gen. Başkanı olarak yaptığı mücadeleye tüm ülkemizde takdir gören bir isim. Yalnız yaptığımız röportajımız TÜSODER ile ilgili değil; yakın zamanın en önemli konularından olan kanser üzerine.

İSTANBUL

Ülkemizde resmi olarak sadece akupunktur kabul edilmiş durumda. Palyatif bakım klinikleri ve yaşamın son döneminde bakım;

Nasıl doğum olgusuna karşı sevgi ve heyecan duyuyorsak, yaşamın vazgeçilmez parçası olan ölüme ve ölüm sürecine bakışımız da saygı dolu olmalı. İnsanlarımız yaşamlarının son dönemini eğitimli, bu alanda kendini yetiştirmiş hekim ve sağlık çalışanları ile özel tedavi alanlarında karşılanmalı, insan olmanın saygınlığı ile bu hizmet sunulmalıdır.

Evde bakım hizmetleri ile ilgili gelişmeler olmasına rağmen bu hizmet daha çok yaşlı ve yalnız insanlar için sınırlı uygulama alanı bulmaktadır.

Ülkemizde kanser tedavisine hastaların erişimi ile ilgili bir sorun da Medikal Onkoloji alanında yeterli hekim yetişmemesidir. Kanser tedavisinin birçok disiplinin bir arada çalışmasını gerektirmesi dolayısıyla, hastalar genellikle büyük şehirlerdeki merkezlerden bu hizmeti almak zorunda kalıyorlar. Bu da beraberinde ulaşım, kalacak yer gibi sorunları getirmekte.

Ayrıca kanser hastası veya yakını uzun süreli tedaviler nedeniyle iş kaybı/işsizlik dolayısıyla gelir kaybına da uğramakta. Hasta ve yakınlarının ilk tanıdan itibaren psikolojik desteğe de çok ihtiyaçları bulunmaktadır.

Kanserden Korunma ve Erken Tanı’nın hastalığın tedavisi üzerindeki etkileri neler ?

D.Ö: Ülkemizde ve dünyada kanserin hızlı artışı ve ölüm sebeplerinin başında gelmesi nedeniyle, en büyük çabanın Kanserden Korunma ve Erken Tanı konusunda verilmesinin önemi aşikârdır.

Sağlık Bakanlığına bağlı, Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkez’lerinin sayılarının artması, meme, bağırsak ve rahim ağzı kanserleri konusunda taramalara hız verilmesi; birçok sivil toplum kuruluşunun, kanserden korunma, erken tanı ve kanser hastalarının en iyi tedavilere en kısa sürede ulaşabilmeleri konusunda yaptığı çalışmalar gelecek adına olumlu sonuçlar doğuracaktır.

Kanserden korunmak mümkün müdür?

D.Ö: Geçenlerde okuduğum bir kitapta, “bedenini başın olmadan tanıyabilir misin? diye bir soru vardı. Kaçımız küçük bir bendeki renk, şekil değişikliğini, ele gelen kitleleri fark edecek kadar vücudumuza dokunuyor, gözlüyoruz? Kadın ya da erkek vücudumuzu gerçek anlamda tanımadığımızı söylemek yanlış olmaz sanırım. Kendi kendine meme muayenesi, mamografi, 50 yaş üzerinde kolon kanserleri taraması için gaiatada gizli kan ve kolonoskopi; rahim ağzı kanserleri için smear yapılması gibi basit tarama yöntemleri hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz ya da uyguluyoruz.

Oysa kanser erken evrede tanı konduğunda tedavi edilebilir hastalıklar arasında.

D.Ö: Dikkat edebileceğiz birkaç husus ile kanser vakalarının 3’te birinden kaçınmamız mümkün. Sağlıklı bir kiloda kalarak, yeterli posa içeren dengeli beslenme ile fiziksel olarak hareketli bir yaşam ve hepsinden önemli olarak tütün ve tütün mamullerinden uzak durarak; ailemizin sağlık geçmişini bilerek ve taramalarımızı zamanında yaptırarak en azından bedenimiz üzerinde sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz.

Kanser hastalarına yaşam-ölüm hakkında ne söylenmeli/söylenmemeli?

D.Ö: İyileşecekleri konusundaki inançları, umutlarını kaybetmelerine neden olmadan, ölümü kabullenmeleri sağlanabilir mi? Bir hekim hastasına ömür biçmeli mi? Birçok soru var doğru cevap budur demekte zorlandığımız.

Hepimizin doğal beklentisi sağlık ve uzun bir ömür değil mi aslında? Kanser gibi uzun süren zorlu tedavilerin gerektiği hastalıkları kabullenmek ise daha zor görünmektedir.

Neden ben? Hastalıkların ve ölümün hep başkalarının başına geleceği düşünülür. Aslında ölen hep başkaları değil midir zaten!

Hasta ve yakınları tanıdan sonra şaşkınlık, şok, inkâr, öfke, keder gibi psikolojik bir süreç yaşar. İlk anda “ doğru olamaz, doktor yanılmış olmalı” diye yaşanan inkâr süreci tedaviyi reddetme boyutuna gelmiyorsa faydalı bile olabiliyormuş aslında.

 

 

Kişinin yaşadığı geçmiş stresler kansere neden olur mu?

D.Ö: Kişinin yaşadığı geçmiş streslerin kansere neden olabileceği konusunda inançlar bulunmasına rağmen, bilimsel olarak bunu kanıtlamak pek mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte sevgi veya korku içinde yaşamanın bedende ve zihinde hormonal düzeyde taban tabana zıt etkiler yaratabileceği ile ilgili de birçok kanıt bulunmaktadır.

Düşünce sistemimiz bedenimiz üzerinde nasıl etki yaratır?

D.Ö: “Dövüş ya da Kaç” ikilemi üzerinden gidelim.  Aslında vücudumuzda, her biri yaşamın devamı için son derece önemli olan iki farklı koruma sistemi bulunmaktadır:

İlk sistem dış tehditlere karşı korumayı başlatan HPA (hipotalamus-pituiter [hipofiz]-adrenal) böbrek üstü eksenidir.

HPA ekseni yaşamı tehdit eden bir dış stres algıladığında “dövüş” ya da “kaç” şeklinde vücudu programlamaktadır. Bu sayede salgılanan stres hormonları fizyolojik güç sağlayarak kollar ve bacakların beslenmesini sağlar. Vücudun göğüs bölgesindeki kan yeniden kollar ve bacaklara gönderilmek üzere çevirimdeyken, vücudun sindirim, emilim, boşaltım gibi diğer fizyolojik süreçleri kesintiye uğrar.

Vücuttaki ikinci korunma sistemi ise bağışıklık sistemidir. Bu sistem bizi bakteri ve virüs gibi nedenlerle ortaya çıkan ve derinin altında oluşan tehlikelere karşı korur. Bağışıklık sistemi harekete geçirildiğinde vücuttaki enerjinin çoğunu tüketebilir.

HPA ekseni vücudu mücadele ya da kaçış tepkisine hazırladığında, böbreküstü bezi hormonları enerji rezervlerini koruyabilmek için doğrudan bağışıklık sisteminin hareketini yavaşlatırlar.

Stres altında iken Böbreküstü bezi sistemi bağışıklık sistemini neden kapatır?

D.Ö: Bir benzetme yapacak olursak; kamptasınız ve ateşli bir hastalık nedeniyle ishal, ateş ile halsiz yatıyorsunuz. O sırada çadırın dışında bir aslan hırıltısı duydunuz. Beyniniz o anda hangisi daha hayati bir tehlikedir değerlendirmesi yapmak durumunda kalır. Vücut enfeksiyonla mücadele yerine enerjisini vahşi hayvandan kaçmak üzere kullanmaya karar verir muhtemelen. Hayatta kalma çabası bilinç, farkındalık ve zekânın da azalması sonucunu doğuracaktır aynı zamanda.

Sınav stresi nedeniyle aptallaşıp, beynimizin donduğu zamanlar yaşamış olanlarımız vardır mutlaka. Elimiz ayağımız dolaşır, bildiğimiz her şeyi bir anda unuturuz, panikleriz. HPA sistemi aslında ileri düzeyde stres vakalarında mükemmel olmakla birlikte sürekli çalışmaya uygun değildir. Günümüzde streslerin kaynağı vahşi hayvanlar kadar somut değil ne yazık ki.

Kendimiz, sevdiklerimiz, ülkemiz ve dünya için ürettiğimiz endişeler, korkular şu anda bizim yaşamımızı tehdit etmese bile aktive ettikleri HPA ekseni ile yüksek seviyede stres hormonu salınmasına neden olurlar.

Bu arada vücudun hasar tamiri ve diğer hayati fonksiyonları için gerekli enerji üretim süreci kesintiye uğramış olacağından sağlığın kaybı söz konusu olabilecektir.

Belki de kanser de dâhil olmak üzere pek çok hastalığı, geçmiş ve gelecekte yaşayan zihnin ürettiği korkulardan kaçmaya çalışmak tetiklemektedir.

Birçok çalışma göstermiştir ki; Bedensel sağlık aynı zamanda ruhsal ve zihinsel sağlıkla bir bütündür. Holistik/Bütünleyici/Tamamlayıcı Tıp ve Tedaviler artık bütün dünyada klasik tıbbın yanı sıra kullanılmaktadır. Tek başına ilaçlarla bedenin iyileşmesi yetmemektedir.

Kanser Tanı ve sonrasında yaşanan psikolojik süreçler

D.Ö: Bazen olumlu düşünmeyi abartan, kendini bunun için zorlayan, sevdiklerini üzmemek için öfkesini gizleyen, bastıran, üzüntüsünü, kederini erteleyen hastalarla karşılaşmaktayız. Oysa tanı sonrası öfke, şok, üzüntü gibi olumsuz duyguların hissedilmesi olağandır ve paylaşmak iyi gelir. Uzun süre bastırılan her duygu gibi daha sonra çok daha şiddetli patlamalara yol açabilmektedir.

Hasta yakınları da aslında bu süreçte benzer duyguları yaşar ancak belli etmemeye çalışarak kendilerini zorlayabilirler. Çaresizlik duygusu, kendilerine vakit ayıramamak, yetersizlik duygusu sık yaşanmaktadır. Kanser nedeniyle annesini kaybeden bir genç hanım “annemi kurtaramadım” dedi bir keresinde. Hasta yakınları kendileri ve hekimlerin yapılması gereken ancak henüz keşfetmedikleri, ulaşamadıkları mucize bir çözüm/tedavi olduğuna inanabiliyorlar.

Hasta teselli için söylenen sözlere de kızabilmekte. “Grip gibi bir hastalık”, “olumlu düşün”, “sen güçlü bir kadınsın/erkeksin” “bu da geçer”, “daha ne kötü vakalar var, sen gene iyisin” vb.

Akciğer kanseri tanısı almış birine “o kadar sigara içmeseydin” demek gibi, artık söylenmesinin kimseye yararı olmayacak şeylerden sakınmak gerekir.

Kişiye kanser olduğu söylenmeli mi?

D.Ö: Kendisi hakkındaki gerçeği öğrenmek her insanın en temel ve doğal hakkıdır. Hasta hakları konusundaki yasal ve tıbbi düzenlemeler de söylenmesi yönündedir. Temel sorun nasıl söylenmesi gerektiğidir. Söylenmese de zaten birçok hasta sözsüz iletişim ve ortama ilişkin unsurlardan bu sinyali almaktadır. Hasta umudunu kaybetmeyecek, tedavisini kabul etme ve sürdürme fırsatı verecek biçim ve çerçevede bilgilendirilmelidir.

Tedavi anlamında yapılacak bir şey kalmadığı durumlarda, hasta ve yakınlarının psikolojik durumları hakkında ne söylenebilir?

Birçok durumda hasta son günleri olduğunu bilmiyor ya da bilmiyor gibi davranıyor. Aile bireyleri gizli gizli ağlayarak bu süreci geçiriyor. Hekimlere sıkı sıkı tembih ediliyor aman kendisi bilmiyor söylemeyin diye.

Kişiden saklansa bile aslında onlar hissediyor ve bir sürü şey söylenmemiş ve yarım kalıyor. Zor da olsa söylemek tüm ilişkileri iyileştirir.

Türk insanının ölümle sorunu var. Ölüm kavramıyla savaşıyoruz, sürekli bir inkâr ve reddetme durumundayız. Ölümle yüzleşememe, kabulleneme söz konusu. Herkesin ölmesi bu kadar kesinken; ölümle kavga etmekten vazgeçmemiz lazım. Aile büyükleri bir sonraki kuşakla çocuklarıyla nasıl ölmek istediklerini konuşmalı, istek ve arzularını dile getirmeli.

Galiba nasıl yaşıyorsak öyle ölüyoruz ve bir gerçek var çoğumuz ölüm yolculuğuna yaklaştıkça pek çok kayıplara uğruyoruz, örneğin sağlığın, bazı yetilerin kaybı veya azalması(yürüme, yeme, içme…) ve eskiden bizi oyalayan bazı şeyleri yapamayabilir hale gelebiliyoruz.

O yüzden görünüş, evimiz, işimiz vs. için harcadığımız zamanı ruhsal gelişime ciddi biçimde harcamak lazım diye düşünüyorum. Çünkü her dakika yanımızda biri olsa, hep meşgul eden şeyler olsa da, aile ve sevdiklerimiz yanımızda olsa da ölüm tek başına çıkılan bir yolculuk.

Durumu ağır olan  hastalar için ölümü beklemek nasıl bir şey?

D.Ö: Kimse bir başkasının hislerini tarif edemez, edemiyor. Sadece tahmin edilebilir veya şahit olunabilir. Bazen kişi ölümü kurtuluş olarak görüyor özellikle hırpalayıcı bir hastalığın sonunda. Bazen hazır, bazen isyankâr oluyor. Bunun yaşla çok alakası yok. Kabullenmek ve ona iyi gelecek bir şeylere inanmak. Ne olduğu önemli değil güç veriyor. Vücudu güçsüzleşirken ruhu hafifleyen, ışıl ışıl olan insanlar var.

Eskiden cenazeler mahallelerden kaldırılırmış, şimdi ölümden konuşmaktan korkar olduk. Ölümü, kayıplarımızı anlamak kabullenmek çok zor. Ama konuşmadıkça, iyileşmedikçe o acı daha da büyüyor.

Şimdiden başlayalım bunları düşünmeye, kara kara öleceğiz diye değil. Her an ölebiliriz; O halde nasıl yaşamak istiyoruz, bizim için neler önemli bunları düşünmeliyiz.

Hastaların ortak bir pişmanlığı var mı hayata dair?

D.Ö: Var. Yaptıklarından çok yapmadıkları, erteledikleri şeyler. Söylenmemiş sözler, iş yüzünden ihmal edilmiş aile mesela.

Kendi adınıza pek çok çıkarım yapmış olmalısınız. Örnek verebilir misiniz?

D.Ö: Her âna ve her şeye yeni öğrenen bir kişinin merakıyla yaklaşın. Ertelemeyin, özellikle seni seviyorum demeyi. Kaosun ortasında kendinize sığınacak bir liman bulun; bazen bu nefesinize odaklanıp, oturup nefes almak olabilir. İstisnalar hariç “nasıl yaşıyorsak öyle ölüyoruz”. Kendi zihin ve ruhunuza özen göstermek için hastalık ve ölümü beklemeyin. Hayat içimize girip çıkan bir nefes, onu iyi kullanmalı. Bir kitap gibi yazıyoruz hayatımızı, okurken “keşke” ler en az olacak şekilde yazmalı.

Anahtar kelime acıma değil “sevgi”

Anne çocuğuna acır mı? Şefkat duyar. Ah vah kültürü yalandan, vicdan rahatlatmaktan başka işe yaramıyor. Kökeni korkudan kaynaklanıyor ve ayrıştırıcı. Kötü durumda olan biri var ve ben iyi durumdayım vah vah. Sevgi ise o kadar birleştirici ve büyük bir güç ki. Hepimizi birbirimize bağlıyor. Sevgi ve şefkatle doldurmalıyız her anımızı.

 

 

 

 

Dr. Deniz Öner Hakkında

İ.Ü. Radyobiyoloji ve Sağlık Fiziği Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde; Deneysel Onkoloji, Tümör Biyolojisi, Radyoloji ve Radyoterapi konularında Yüksek Lisans bitirdi. 1984-1987 yılları arasında Genel Biyoloji Araştırma Görevlisi olarak İstanbul Üniversitesi’nde görev yaptı.

1988-2011 yılları arasında TAEK, Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde araştırmacı ve Müdür Yardımcısı olarak idari görevlerde bulundu. Kromozom Aberasyon Analizi yöntemi ile Biyolojik Doz Analizi konusunda doktora tezi sahibi ve Türkiye’nin ilk Biyolojik Doz Tayini laboratuvarının kurucularındandır.

Radyobiyolog Doktor olarak; radyasyonun sağlık üzerine etkileri konularında yurt içi ve yurt dışında çok sayıda kurs, seminer, konferansa katıldı. Karadeniz Bölgesinde Çernobil’in Etkileri konusunda Sağlık Bakanlığı, Kanser Daire Başkanlığı ile proje yürüttü. Radyasyon kazalarının tanı ve tedavisi konusunda, doktorlara yönelik bir de çeviri kitabı bulunmaktadır.

Emeklilik sonrası Hasta ve Hasta Yakını Derneklerinde, Kadıköy Kent Konseyi Sağlık Komisyonunda gönüllü olarak çeşitli kademelerde görev almıştır. Radyasyondan Korunma Derneği bünyesinde İş Güvenliği Uzmanları ve İş Yeri Hekimlerine radyasyon hasarlarının tanınması konusunda eğitimler vermektedir. Tüketici Sorunları Derneği (TÜSODER) Gen. Başkanı olarak ve Toplumsal Kültür ve Gelişim Derneği (TOGEL) üyelikleri devam etmektedir.

Marmara Üniversitesinde kısmi zamanlı olarak “Radyasyon Güvenliği Kültürü” seçmeli dersini vermektedir. İş sağlığı ve Güvenliği C sınıfı uzmanlık, MEB Eğiticilerin Eğitimi sertifikası, Kriz Yönetimi, Toplam Kalite Yönetimi konularında çok sayıda eğitim ve uzmanlık belgesine sahiptir. Çeşitli basın kuruluşlarında Bütünsel Sağlık konularında tecrübelerini yazılarla paylaşmaktadır

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: SİNAN ERDOĞDU

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam