SON DAKİKA
reklam
reklam

FENER BALAT

Eklenme Tarihi: 30 Temmuz 2021, Cuma - 10:26   Okunma Sayısı: 43931
Yıllarca Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan üç ayrı cemaatin birlikte yaşadığı eski Rum Mahallesi Fener ve hemen yanında yer alan eski Musevi Mahallesi Balat, Tarihi Yarımada’nın Haliç kıyısında bu üç kültüre ait tarihin, kültürün, sanatın, dini inançların ve günlük yaşayışın kadim izlerini taşıyor

Yerli ya da yabancı İstanbul'u gezmek isteyenlerin ilk uğrak noktası olan Fener ve Balat, zengin tarihi mirası ile insanları kendisine çekiyor. Rengarenk boyalı evleri ve sokaklarında yürürken birçok farklı kültüre ait yaşam şekillerini, alışkanlıklarını görmek mümkün. Yıllarca Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan üç ayrı cemaatin birlikte yaşadığı eski Rum Mahallesi Fener ve hemen yanında yer alan eski Musevi Mahallesi Balat, Tarihi Yarımada’nın Haliç kıyısında bu üç kültüre ait tarihin, kültürün, sanatın, dini inançların ve günlük yaşayışın kadim izlerini taşıyor. Günümüzde Fatih ilçesi sınırları içerisinde kalan Fener ve Balat, turizm alanında yapılan yatırımlarla yavaş, yavaş turistik bir bölge haline gelmeye başladı. Bir döneme imzasını atmış, pek çok bina veya dükkan artık yerini butik otel, turistik cafe, restorant, antika ya da hediyelik eşya dükkanlarına bırakmaya başladı. Fener ve Balat'ın tarihi evleri UNESCO ve Avrupa Birliği katkısıyla başlatılan proje kapsamında restore ediliyor.
Balat semti ismi surlardaki Blaherna Sarayı'na yakınlığından ötürü almış. Rumca 'Saray' anlamına gelen 'Palation' kelimesi zaman içinde Balat'a dönüşmüş. Sultan 2.Beyazıd'ın daveti ile İspanya'daki Engizisyon'dan kaçan Yahudilerin yerleştirildiği semt, yakım zamana kadar Yahudi Mahallesi olarak varlığını sürdürmüş. Yahudi evlerinden günümüze kalan örnekler mahallenin içlerine doğru çoğalır. Bunlar genellikle üç katlı, dar ön yüzlü, ikinci ve üçüncü katlarında cumbalı binalardır.
Fener semti ise Cibali ile Balat arasında yer alan eski bir Rum mahallesi. Bizans döneminde Petrion denilen semt Osmanlı döneminde ise deniz kıyısındaki fenerden dolayı bir dönem Fanari, daha sonraki yıllarda da Fener olarak anılmaya başlamış.
Balat'ta olduğu gibi Fener'de de renkli Rum evleri dikkat çekiyor. İstanbul'un fethi sırasında ele geçirilen en son semt olması nedeniyle etkileyici bir tarihe sahip olan semt, değişik ve ilginç mimari özellikler taşıyan görkemli kiliselere ev sahipliği yapar. Fener, 16’ncı yüzyıldan itibaren bir Rum mahallesi olmuş ve burada yaşayan varlıklı Rumlar zaman içinde Osmanlı'da önemli görevlere getirilmişler.

Ortodoks’ların Vatikanı

Gezimize Fener semtinden başlarsak, ilk gideceğimiz yer hiç kuşkusuz ki, Rum Ortodokları için son derece önemli olan Fener Rum Patrikhanesi olacaktır. Patrikhane, halen dünyadaki 250 milyon Ortodoks Hristiyanların ruhani önderliğini yapan bir merkez konumunda. Patrikhane’nin girişinde üç ahşap ana kapı bulunuyor. Bunlardan ortada olan kilitlendiği 1821 yılında bugüne kadar hiç açılmamış. 1821’de Paskalya Yortu gününde, o dönem çıkan Yunan ayaklanmasını desteklediği gerekçesiyle Patrik Grigoryos iple bu kapıya asılmış. Bu nedenle kapı kilitli tutuluyor. Kilisenin girişinde, patrikane oluşunu simgeleyen Patrik tacı yer alıyor. Kapıdan içeri girdiğinizde sizi mum yakılan dilek bölümü karşılıyor. Fener Rum Patrikhanesi ve Aya Yorgi Patrikhane Kilisesi aynı avluyu paylaşıyorlar. Aya Yorgi Kilisesinde çok değerli objeler bulunuyor. Kilise içerisinde 5. yüzyıl tarihli, fil dişi ve sedeften bitkisel motiflerle süslü, ceviz ağacından yapılma Patrik Tahtı, altın kaplama panel, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce bağlanarak kamçılandığı siyah granit sütun, kutsal Aya Yorgi tasviri, Meryem Ana ve çocuk ikonaları, üç azizenin lahitleri yer alıyor.

Subaşı Camileri

Fener Rum Patrikhanesi'nden çıktıktan sona Camcı Çeşmesi Yokuşundan inerken sol tarafta Abdi Subaşı Camii yer alıyor. Dikdörtgen planlı cami; tuğla ve taşla inşa edilmiş, çimento ile sıvanmış. Çatı kiremitle örtülmüş. Yapı, sokak seviyesinden aşağı bir arsada olduğundan mermer merdivenlerle, taşla kaplanmış küçük avluya inilmekte. Diğer camilerden farklı olarak minaresi ayrı ve caminin sağında yer almaktadır. Avludan son cemaat yerine, oradan da ceviz kapı ile harime girilmektedir. Harim-deki mihrap mermerden, minber ve kürsü ahşaptan yapılmış. Düz tavan ahşapla kaplanmış, çıtalarla karelere bölünmüştür. Duvarlar yerden yarım metre yüksekliğinde ahşap lambri ile kaplanmıştır. Sol duvarda altlı-üstlü üçer, mihrap duvarında altlı-üstlü ikişer pencere vardır. Sağ duvarda hiç pencere yoktur. Harime giriş kapısının sağında, beton merdivenle üst mahfile çıkılmaktadır. Harimde beş namaz safında ve üst mahfilde toplam yüz kişi namaz kılabilmektedir.İki bina arasındaki minareye, camiden bir köprü ile geçilmektedir. Tuğla ve taşla örülmüş minarenin şerefesi taştan yapılmış, külahı kurşunla kaplanmıştır. Mevlâna soyundan gelen Abdi Çelebi'nin ismini taşıyan Abdi Subaşı Camii’nin aydınlığı, ferahlığı, pencereler ve avludan görülen nefis Haliç manzarası karşısında gelenlerin huzurla dolmasını sağlıyor. Camcı Çeşmesi Yokuşunun sonunda karşımıza Subaşı Cafer Ağa tarafından yaptırılan Cafer Subaşı Camii çıkıyor.

Fener Rum Erkek Lisesi

Fener’e uzaktan baktığınızda kırmızı silueti ve ihtişamlı mimarisiyle ilk göze çarpan yer olan Fener Rum Erkek Lisesi, tarih içerisinde Kırmızı Kale veya Kırmızı Mektep olarak da adlandırılmış. Camcı Çeşmesi Yokuşunun sonundan sağa doğru devam ettiğimizde uzunca bir yokuş olan Sancaktar yokuşunu aşarak Fener Rum Erkek Lisesi'ne ulaşıyoruz. Bina, 1881 yılında Fransa Marsilya'dan getirtilen yapı malzemeleri ve kırmızı tuğlalar ile yapılmış. Bu okuldan mezun olan Mimar Kostantin Dimadis tarafından yapılan bina, giriş katı da dahil olmak üzere dört kattan oluşuyor. Üç dönümlük bir alana sahip olan Okulun bulunduğu arsa, okulun mezunlarından olan Moldova Prensi Dimitri Kantemir'e aittir. Kubbesinin yerden yüksekliği 40 metre olan bina gerek mimari yapısı gerekse tarihsel değeri ile İstanbul’un en görkemli binalarından biri durumunda. Fener sırtlarındaki yüksek tepe üstüne inşa edilen eser, geniş ve yüksek cephesi, kırmızı tuğlaları ve ortasındaki kubbeli kalın bir kulesiyle dikkatleri çekmektedir.

Kanlı kilise

Fener Rum Erkek Lisesi'nin hemen yakınında Tevkii Cafer Mektebi sokağı üzerinde Bizans’tan miras kalıp hala kilise işlevini sürdürebilen tek ibadethane olan Panagia Muhliotissa diğer adıyla Kanlı Kiliseyi görmek mümkün. Kilise yüksel duvarlı, küçük bir avlunun kuzey doğusunda yer alır. Avlu duvarı, yapıya kuzeyde batı, güneyde doğu köşelerde bitişir. Avlunun güney batısında Hagia Anna Ayazması bulunur. Bu kiliseye Kanlı Kilise adı verilmesinin nedeni ise İstanbul'un fethi sırasında son kalan bizans askerleri kale görünümündeki bu kiliseye sığınıp burada savaşa devam etmişler. Bölgenin son fethedilen yer olması nedeniyle çok şiddetli çarpışmalar yaşanmış ve rivayete göre kılıçtan geçirilen bizans askerlerinin kanları yokuştan aşağı doğru akmış ve bu nedenle kilisenin bir diğer ismi Kanlı Kilise olarak kalmış. Bunun yanı sıra 1281′de imparator 8. Michael’in kızı ve Moğol İlhanlı hükümdarının eşi Maria Despina Palaiologina, kocasının ölümünün ardından İstanbul’a dönmüş, günümüze kalan şekliyle manastırı ve kiliseyi inşa ettirmiş. Bu itibaren manastır ve kiliseye Moğolların kilisesi de denmiştir. Kilise merkezde kubbe ve dört yarım kubbe ile örtülü olan dört yapraklı yonca planı anlamına gelen tetrakonkhos tarzı bir mimari ile yapılmış. Kilisenin içinde göze çarpan diğer önemli bir detay Sultan 2. Mehmet’in kilisenin camiye dönüştürülmesini engelleyen ikisi orijinal fermanın fotokopisi, diğer ikisi eski Yunanca fotokopisi olmak üzere cam çerçeveler içinde asılı durmaktadır. Fermanların orijinalleri ise Patrikhane yetkililerince bölge despotluğunun özel kasasında saklanmaktadır.

 

Ortodoks Kilisesi Demir Kilise

Kanlı Kiliseden çıkıp, sahile doğru indiğimizde Fener ile Balat arasında Haliç sahilinde yer alan Sveti Stefan Bulgar Kilisesi'ni görmek mümkün. Atın sarısı işlemeleri ve mimari görünümü ile oldukça ilgi çeken Kilise, yapısında kullanılan demir kalıpları nedeniyle Demir Kilise olarak da adlandırılıyor. Prens Stefan Bogoridi’nin bağışladığı arazi ve üzerindeki ahşap hane, İstanbul’daki Bulgarların gönüllü yardımlarıyla kiliseye dönüştürülür. 1898 yılında yanmış olan ahşap kilisenin yerine, bugün hala ayakta olan Demir kilise inşa edilir. Toplam 500 ton ağırlığında demir dökülmüş ve sonradan parçalar burada birleştirilmiştir. Dökülmüş olan parçalar, Viyana’dan Tuna ve Boğazlar yoluyla gemilerle getirilmiştir. Sveti Stefan dünyadaki tek demir kilise olarak varlığını sürdürmektedir. Üç kubbeli ve haç şeklinde olan kilise, diş süslemelerinin zenginliği ile de dikkatleri üzerine çeker. Mihrabı Haliç’e dönüktür. Çan kulesi giriş kapısının üzerinde ve 40 metre yüksekliktedir. Çan kulesindeki altı adet çanın hepsi Rusya’nın Yaroslavl şehrinde dökülmüş olup, günümüzde iki tanesi mükemmel bir şekilde kullanılabilmektedir. Modern rönesans stilinde yapılmış olan ahşap ikonostas bir mükemmellik ve zerafet örneğidir. Hayırseverler tarafından bağışlanmış olan kilise eşyaları ve ikonaların tarihsel önemi büyüktür. Günümüzde Demir Kilise Sveti Stefan Bulgar dini inanışının en büyük sembollerinden biri olmaya devam etmektedir.

Ahrida Sinagogu

Demir Kilise'yi gezdikten sonra Vodina Caddesi boyunca Balat içlerine doğru ilerlediğinizde devamındaki Kürkçü Çeşmesi Sokak üzerinde Barok tarzı yapısı ile İstanbul’un en eski sinagogu olan Ahrida Sinagogu'ya ulaşabilirsiniz. Bizans döneminde kurulan sinagog halen faal olarak ibadete açık. Sinagogun en dikkat çeken be görmeye değer kısmı, iç mekanda bulunan ve üzeri muhteşem goblenler ile kaplı olan Kutsal Sandık oluşturmaktadır. Sinagogun Tevası yani Tevrat okuma kürsüsü, bir geminin pruvasını andırır. Bir inanca göre bu form Nuh’un Gemisi’ni anımsatır, bir diğer iddiaya göre ise Yahudileri İspanyol Engizisyonu zulmünden kurtaran Osmanlı kadırgalarını simgeler.

Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi

Ahrida Sinagogu'nu gezdikten sonra, Kürkçü Çeşmesi Sokağın bitiminden sağa dönerek Hacı İsa Mektebi sokağa girdiğinizde sokak sizi Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi'na ulaştıracaktır. Kilise, 18’inci yüzyılda kutsal olduğuna inanılan bir su kaynağı üzerine yeniden yapılmış. Hreşdagabet, Ermenice “baş melek” anlamına gelmekte. Kilisede Aziz gününde yapılan ayine katılan hastaların iyileşmesi inancından dolayı kiliseye aynı zamanda Mucize Kilise deniliyor.

 

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: MURAT İLTER

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam