Warning: imagecreatefromjpeg(/var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/../dosyalar/gorsel/http-www-gazetetunaydin-com-images-haberler-neyzen-tevfik-kolayli-jpg.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 44

Warning: imagesx() expects parameter 1 to be resource, bool given in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 3

Warning: imagesy() expects parameter 1 to be resource, bool given in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 4

Warning: Division by zero in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 11

Warning: imagecopyresampled() expects parameter 2 to be resource, bool given in /var/www/vhosts/tunaydingazetesi.com/httpdocs/_efsanfit/fonksiyon.php on line 28
Neyzen Tevfik Kolaylı - Tünaydın Gazetesi
SON DAKİKA
reklam
reklam

Neyzen Tevfik Kolaylı

Eklenme Tarihi: 3 Mayıs 2017, Çarşamba - 10:00   Okunma Sayısı: 98039

24 Mart 1879’da Bodrum’da doğmuştur. Annesi Bolu’nun Müstahkimler nahiyesinden Abdürrahman kızı Emine Hanım, babası Bafralı Kolaylıoğullarından Hafız Hasan Fehmi Efendi’dir. Hasan Fehmi Efendi, aydın düşünceli, kültürlü, müzikten anlayan, sanatsever ve nükteci bir insandır. Bodrum rüşdiyesi başmuallimidir. Sesi güzel, belleği güçlüdür.
Neyzen Tevfik, ilk dersi babasından aldığını söyler. “Mektep Hocam kara cahilin biriydi. Okuduğunu anlamaz, anlamadığı için de anlatamazdı” der. Annesi Emine Hanım’ın kişiliğiyle ilgili kaynaklarda pek bilgi yoktur. Neyzen Tevfik’in, “anamın ve babamın güzel yüzlerindeki riyasız, masum insanlık ifadesi” sözlerinden annesinin de anlayışlı, sevecen ve hoşgörülü bir kişi olduğunu çıkarabiliriz. Bilinen tek şey, annesiyle babasının uyumlu bir çift olduğudur. Hilmi Yücebaş’ın, “Neyzen’in annesi babasından önce ölmüştü” dedikten sonra anlattıkları bu yargıyı doğrulayıcı niteliktedir.
Babası öldüğü zaman karısının yanına gömülmesini vasiyet etmiş. Hasan Fehmi Efendi’nin tabutu mezara indirilirken Neyzen, “Nihayet burada da koynuna girdin, seni gidi seni…” demiştir. Bütün bunlar Neyzen Tevfik’in dengeli bir aile ortamında sevecen, anlayışlı ve hoşgörülü bir anneyle aydın bir babanın elinde büyüdüğünü göstermektedir.
Hayat hikâyesi
Yaşamının ilk otuz yıllık dönemini anlattığı “Tercüme-i Halim”de doyurucu bilgi vermiş olsa da hayatının son elli yıllık dönem için aynı şeyi söylemek zordur. 
Avram Galanti, Neyzen’in Bodrum’da geçirdiği çocukluk günlerini anlatırken “… Tevfik deniz kenarında büyümüş olduğundan denizi severdi. Güzel bir bahçesi olan babasının evi deniz kenarındaydı. Rüşdiye ve iptidaî mektep de deniz kenarındaydı. Ne tarafa dönse rüzgârların keyfine maruz kalan denizle çevrilmiş bir ufuk karşısında bulunurdu…” demiştir. 
Ney ilgisi başlıyor
Neyzen, yedi yaşındayken yaşamının akışını etkileyecek olay gerçekleşir ve ney’le karşılaşır. İlkel denebilecek bu aygıttan yayılan gizemli ve büyüleyici ses, silinmez izler bırakır onun çocuk dünyasında. Yaşamının “olmazsa olmaz”ını bulmuştur artık. Muhiddin Kutbay’a söyledikleri şöyledir:
“Henüz yedi yaşındaydım. Bir yaz gecesi akşam yemeğinden sonra babamla beraber Tepecik kahvesi denilen ve Bodrum âyanının toplantı yeri olan deniz kenarındaki kır kahvesine gitmiştik. Burası etrafı gemi payandalarıyla çevrilmiş ve kaba hasırlarla döşenmiş bir meydancıktı. İçlerinde son asrın Osmanlı donanmasında çalışmış denizciler buluşurdu… 
O gece deniz, ayın gümüşten ışıklarıyla pırıl pırıl parıldadığı bir geceydi. Bir aralık oturduğumuz yere yaklaşan iki gölge, içeridekileri selamlayarak bir köşeye oturdu. 
Bunlardan biri biraz sonra koynundan uzun bir şey çıkardı ve ‘ya destur’ dedikten sonra üflemeye başladı… O gece Ege Denizi’nin cavidanî (sonsuz) dekoru içinde benliğimi saran lâhutî (sır âlemiyle ilgili) ses, beni bugünkü derbeder, ne istediği bilinmez, bazen Eflatun ile boy ölçüşecek kadar akıllı, çok kere de tımarhaneye iltica edecek kadar bedmest (kötü sarhoşluk yaşayan) Neyzen Tevfik yaptı…”
İlk taşınma
“… Henüz mektebe yeni başlamıştım. Akşam paydosuyla birlikte babamla evin yolunu tutmuştuk. Çarşı hizasına geldiğimizde uzaktan akseden davul zurna sesleriyle durakladık… Biraz daha yaklaşınca zurna ve lavtaların ahengine tempo tutan davul tokmakları sanki kafama inmeye başlamıştı. Yaklaşan kalabalığın ellerinde on, on beş sırık, sırıkların uçlarında da kesik insan kafaları vardı. Gözlerim dehşetle yuvalarından fırlamış ve ben çığlığı basmıştım. Şaşıran babam güya o feci manzarayı daha fazla görmeyeyim diye beni demirci dükkânına sokmuştu… Eve dinmeyen titremeler içinde getirildim ve bir çok korku ilaçlarından geçirildim. Fakat heyhat! Şuurumun bir burcu çökmüş, akıl tahtamın bir çivisi demirci dükkânında düşüp kaybolmuştu.”
Babasının tayini dolayısıyla 1894 yılında Urla’ya taşınırlar. İlk denizinden uzak kalmanın üzüntüsünü yaşar. Bir gün çarşıda dolaşırken berber dükkânından gelen ney sesini duyar. Utanmadan sıkılmadan dükkâna girer. Berber Kâzım Ağa’dan kendisine ney öğretmesini ister. Bu günlerde sara hastalığına da yakalanır. 
Bu hastalık onu annesiyle İstanbul’a gönderecektir. Kardeşi Şefik Kolaylı, “…Sara denilen hastalığa tutuldu. Doktorlara baktırmak üzere anamla birlikte İstanbul’a gönderildi. Urla’ya avdetinde (dönüşünde) doktorun tavsiyesi üzerine babam onu ferah tuttu…”  diyerek bu dönemi özetler. Urla’ya dönüşünden sonra babası, onun öğrenimi için son bir girişimde bulunur; ama olumlu sonuç elde edemez. 
Neyzen Tevfik’in kendisi bu durumu şöyle anlatır:  “… Kolumun altında bir kerecik olsun açmaya vakit bulamadığım zavallı kitaplarımla eve döndüğüm zaman anacığımla beraber ben de ağlamıştım. Döktüğüm o göz yaşları mektepten çıkarılmış olmaktan ziyade ana ve babacığımın okuyup adam olmam hakkındaki son ümitlerini de suya düşürmüş bulunmaktan mütevellit çok içli bir teessür nişanesiydi…”
İzmir’de
İzmir’e yerleştikleri günlerde ceketinin altına gizlediği neyle İzmir Mevlevihanesi’nin yolunu tutar. Eve danışmadan kendi isteğiyle gerçekleştirdiği ilk serüven budur. Şeyh Nurettin’in huzurunda yapılan ney sınavını, korka korka üflediği Hicaz peşrevi ile kazanır. Şeyh Nurettin, Neyzen’i kardeşi Neyzenbaşı Cemal Bey’in ilgisine bırakır. Böylece yaşamında yeni bir dönem başlar.
Mevlevihane, II. Abdülhamit’in sürgününe uğramış aydınların devam ettiği bir yerdir. Neyzen buraya girmekle ülkenin gözde aydınlarının arasına katılmış olur. Zorunluluk nedeniyle ayrıldığı okullarda öğrenebileceklerinden çok daha fazlasını oradaki aydınlardan öğrenir.
Babasının da bu durumdan memnun kaldığı anlaşılıyor.
“Gelirdi haftada bir kerre Urla’dan pederi,
Şaşar kalırdı görünce bu eski derbederi.”
İstanbul’da
Meşrutiyet’in ilanından (23 Temmuz 1908) 28 gün sonra 21 Ağustos 1908’de (Rumi: 8 Ağustos 1324) Sirkeci rıhtımına ayak basar. Cebinde bir yığın tavsiye mektubu vardır. Bunların çoğu Mevlevihane’den verilmiş olup Şey Nurettin Hazretleri İstanbul’daki bütün Mevlevihane şeyhlerine onu değerli bir neyzen ve sadık bir muhip olarak takdim etmiştir.
Galata Mevlevihanesi’nden Bursalı Hafız Emin, Neyzen’i o sıralarda 28-30 yaşlarında olan Mehmet Akif Ersoy ile tanıştırır. Kısa zamanda Hersekli Arif Hikmetler, İbnülemin Mahmut Kemaller, Şair Halil Edipler Neyzen’in dostları olur. Daha sonraları devrin ünlü simalarından Tevfik Fikret, Uşşakîzadeler, Ahmet Rasim, Hacı Arif, Tamburî Cemil, Kemençeci Vasil, Udi Nevres ile aynı meclisleri paylaşır.
Bir süre medrese yaşamını sürdürür. Bektaşî tekkelerine gider, han odalarında kalır. İzmir Mevlevihanesi’nde geçirdiği yıllar, Neyzen Tevfik’i “istibdat düşmanı-özgürlük yanlısı” kılmıştı. İstibdat aleyhindeki atıp tutmaları alışkanlık haline gelmiş ve mimlenmişti. Bir gün tutuklanmış ve zor günler geçirmişti.
… İstanbul’dan kaçmaya karar vermiştir artık. Mısır’a gitmeye karar verir. Kendi anlatımıyla “Artık benim için bu şehirde kalmaya imkân ve sebep yoktu. Uzlaşmada mecbur edildiğim şiir ve edep mahfellerinden serseriler âlemine karışmış:; fakat orada da rahat edememiştim…” der
Neyzen Tevfik.       
“Anladım ki yaşamak burda benim-çün müşkil,
Olacaktır, sonu zindanda zaruretle sefil.”
Evlilik ve I. Dünya Savaşı 
Neyzen 1910 yılında sarıklı bir hocanın kızıyla evlenir. Üç ay kadar süren evlilik hocanın kızını tekrar gelip almasıyla son bulur. Bu eşinden olan kızı Leman, sonraki yıllarda babasını anlatacaktır.
Savaş yıllarında Askeri Müzeyi açan Muhtar Paşa’nın yanında askerdir. Çok sık kavga etseler de Merkez Kumandanı Albay Cevat Bey ikisini de barıştırırdı. Mehter takımındaki ney başarısı saraya gitmesine yol açar ve Sultan Reşat’a ney çalar.
Mondros  Mütarekesi
Neyzen’in yine içinden geldiği gibi yaşadığını görüyoruz. “… Vaktiyle mütareke içinde Anadolu’da Milli Mücadele devam ederken İstanbul’da canım sıkıldı. Kalkıp Ankara’ya gittim. Bir müddet sonra orada da canım sıkıldı. Eskişehir’e geldim.  
“Hartada gösterilen rengi hudud-u düvelin
Sath-ı arzı  kemiren kangrenin cedvelidir
Sirk-i milliyet ile parçalanan cism-i beşer
Kanlı taca sığınan kellelerin me’kelidir .”

Editör: CENGİZ BAYSU

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam