SON DAKİKA
reklam
reklam

Bize yakışıyor mu?

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 26 Eylül 2018, Çarşamba - 09:43   Okunma Sayısı:

 

Küçücük çocuklar… incecik giysili insanlar, ellerinde içi ekmek dolu naylon torbalar... ayaklarında yokkabılar (!). Bunlar çoğunlukla Suriyeli çocuklar… Diğer köşede çarşaflı hanımlar… kimi peçete satıyor, kimi dileniyor. Namazdan çıkanlara el açıyorlar.

Camiye gelen Arap turistler bu insanları görünce yollarını değiştiriyorlar, belki düştükleri bu durumdan utandıkları için belki de gururları kırıldığı için. Batılı turistler önce daha müşfik davransa da dilenme işi sakız gibi yapışmaya dönüşünce hızla uzaklaşıyorlar.

Seyyar satıcılar, çok sayıda meyve suyu satıcısı ve işportacı arasında dolaşan bu çocuklara bazı insanlar ekmek verse de pek yaranamıyor. Bir kız çocuğu sırtında taşıdığı naylon torbaya kuru ekmek (belki de restoranın çöplüğünden) toplamış. Diğerleri ona arkadaşlık ediyorlar. Arapça konuştukları için yanlarına gittikleri insanlara ne demek istediklerini anlatamıyorlar. Zaman zaman oturup toplayabildikleri paraları sayıyor ve kendi aralarında bağrışıp çağrışıyorlar.

Sadece para toplamaya odaklanmış olan çocuk ve kadınlardan oluşan bu kitle çevresinde olup bitenlere, trafik akışına, insan tabiatına hiç ilgi duymuyor. Araç yolu üzerinde çalışan gruplar daha ayrıcalıklı bir kol teşkil ediyor. Bir grup var, pervasızca arabaların önüne çıkıyor, zorla cam siliyor veya bir şey satmak istiyor ya da dileniyor.

Yol kenarlarında park ve banklar varsa buralarda oturmak ve dinlenmek zaten mümkün değildir. Yerlerde şilte üzerinde yatanlar, ekmek yiyerek insanlara bakanlar, minnacık bebekleri yere yatıran analar…

Cefası bize

Bir zamanlar iki imparatorluğa başkentlik yapmış koca şehir bu görüntülerle küçük düşüyor. Yabancılar, bu insanları ülkelerine alıp barındırmak yerine fotoğraf karelerinde, dergi ve gazetelerinde görmeyi ve göstermeyi tercih ediyorlar. Onların Türkiye’yi tenkit edebilmeleri için güzel haberler bunlar. Cefayı çeken yine Türk insanı oluyor.

Büyük camilerimiz bu görüntülerden arındırılmalıdır. İstanbul’daki mültecilerin Gaziantep’teki kamplara gönderilerek barındırılması yönünde alınan bir karar olduğunu hatırlıyorum. Bu kararın daha da yaygınlaştırılması ve etkinleştirilmesi elzem gibi gözüküyor.

Sanıyorum, dünyanın hiçbir ülkesinde İstanbul’daki kadar dilenci yoktur. Can güvenliği nedeniyle ülkesini terk edip bu topraklarda bizlere sığınan bu yoksul ve çileli insanlara acımamak mümkün değil. Geriye dönüş başlamıştır. Bunun daha da hızlandırılması gerekir. Özellikle büyük şehirleri böylesi sıkıntılardan kurtarmak için kamp sayısını arttırmak şeklinde çözüm lere de devam edilmelidir.

Bu güzel ülkenin kıymetini bilmek de bize düşüyor. Bütün ilgililerden ve yetkililerden bu soruna acil çözüm bulmalarını bekliyoruz.   

İstiklâl Caddesi

Belediyenin tüm güzelleştirme çabalarına ve İstiklâl Caddesi sakinlerinin temizlik konusundaki titizliğine rağmen caddede gezenlerin temizlik konusuna özen göstermemesi hepimizin canını sıkıyor. Yerlere bir şeyler atmak ve tükürmek…

Acaba Belediye yeni bir atılım yapsa, örneğin; çöp kutularını düğmeye basıldığında ağzını açan timsah veya zıplayan yunus görüntülü düzeneklerle yapsa? Bunları sık aralıklarla yerleştirse? Acaba daha iyi bir sonuç alınabilir mi?

Aslında farklı kültürlerin bir ortak kültürde buluşmasının zorluğunu hepimiz takdir ediyoruz. Ancak buluşturmak zorunda olduğumuzu da biliyoruz, bilmemiz gerekiyor. Kurallara uymayanları megafonla ikaz etmek, yere atılanı, “bir şey düşürdünüz galiba?” şekliyle kişiye duyurmak veya başka bir yöntemle bu hatırlatmayı yapmak uygun olsa gerek diye düşünüyorum.

Başka kültürlerin insanları da yapsa, sonuçta Türkiye’nin bir ilinin sokağı, caddesi, mahallesi olarak karşımıza çıkıyor. Biz buna reva görülebilir miyiz?

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam