Hayat, ölüm, aşk ve adalet kavramları bir çemberi tamamlarcasına birbirini bütünlüyor. Dünyanın dört bir tarafında yaşanan sosyal, siyasal, ekonomik, ekolojik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan adaletsizlikler bu dört kavramın gündelik hayatın mutlak bir parçası olduğunu düşündürüyor.
Bu kavramlar hayatın her şamasında karşımıza çıktıkları gibi tarih boyunca sese, söze, film ve fotoğrafa dönüşerek sanatsal ifade biçimleri bulur. Bu deneyimlerin tanıklıklarıysa yüzyıllardır başkaldırıyı ve değişimi tetikleyen alanlar açıyor.
Yakın zamanda yaşadığımız küresel salgının daha belirgin hale getirdiği çelişki ve eşitsizliklerin gölgesinde önümüzü görmenin güçleştiği dönemde nerede ve kim olursak olalım, kendimizi hayat, ölüm, aşk ve adalet kavramlarını hiç sorgulamadığımız kadar sorgularken bulduk.
Her mücadelenin temelinde umut var. Mücadeleler insanları daha derinlikli bir şekilde birleştirebilir ve belki de o zaman daha güçlü bir dayanışma ortaya çıkar. Hayat, ölüm, aşk, adalet sergisi bu düşünceler doğrultusunda yaşananlara sevgiyle, umutla ve direnişle yaklaşmayı öneriyor.
Görmemiz gereken bir sergi olduğunu hatırlatmak isterim.