SON DAKİKA
reklam
reklam

22 Mart Dünya Su Günü

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 22 Mart 2023, Çarşamba - 11:09   Okunma Sayısı:

    Kuraklığın meteorolojik veya hidrolojik tanımı ve özelliklerine girmeden, yarattığı etkileri incelemenin daha doğru olacağı kanısındayım. 2000 yılından itibaren akademisyenlerin ve bilim adamlarının, 2002 yılında ise dünyanın en büyük su firmalarından Thames Water’in Türkiye’de kuraklık yaşanacağı yönündeki açıklamalarını basından öğrenmiştik.

    Deprem sonrası konuşan bilim adamları korunma yöntemleri üzerinde çok durdular. Bu çalışmalar, ilkokul öğrencilerine deprem ânında masaların altına nasıl gireceklerini öğretmekten öteye geçemedi. Eskilerin deyimiyle kadük bir çalışma olarak kaldı.

 

Su kaynakları

    Su, yeraltı kaynaklarından yerin üstüne çıkan, içinde çeşitli mineraller bulunduran ve canlıların hayatlarını sürdürmekte onsuz yapamayacaklarını bildikleri varlıktır… Bugünün modern imkânlarından önce insanlar sarnıçlardan, çukur veya doğal bir göletlerden evlerine su taşıdılar, kuyulardan kovalarla su çektiler, Osmanlı döneminden itibaren çeşme başında sıraya girdiler…

    Mahallelerde yaşanan bu olaylar, insanları birbirleriyle kavga ettirdi. Görsel ve yazılı basında hoş olmayan görüntü ve konuşmalar çıktı. Faturalar, en alttaki memur ya da görevlilere kesildi. Kimileri görevden alındı, kimilerinin yerleri değiştirildi.

    Tasarruf, bilinçli bireyler sayesinde hane halkına, evlerden şirketlere, illerden ülke geneline kadar uygulanabilirdi. Bu uygulama, tüm ayrıntıları ile hazırlanmış bir “Su Yönetim Projesi”ne temel teşkil edebilirdi.

 

Coğrafyamızda su kaynaklarının erimesi

    Coğrafyamıza ve nüfus yoğunluğumuza göz atacak olursak, nüfusun neredeyse yarısı, kıyı ve sahillerden 30 km. içeriye kadar şerit şeklinde dar bir alana yığılmıştır. En verimli ovalarımız sudan nasibini alamamış, barajlarımızda su bitmiş, göl ve göletlerimiz kurumuştur.

    Manyas Kuş Cennetini, Nevşehir’in verimli öz, bağ ve bahçelerini, dünyanın en lezzetli alabalığının yetiştiği Tunceli’deki Munzur Çayı’nı, suyun kaynağına doğru (akışın tersi yönünde) yüzmeye ve yumurta bırakmaya çalışan inci kefalinin yetiştiği Van/Erciş’teki Deliçay’ı iflâs etmiş görmek, ülkeyi kaybetmek gibi geliyor bana.

    Tüm verimli topraklar üzerine bina ve tesisler yapılıyor, ağaçlar kesiliyor. Elbette bu ülkenin derelerinin, ağaçlarının bir envanteri vardır. Tarıma elverişli yeni alanları üretmeden yok ettik koca Çukurova’yı, Menderes Vadisi’ni… Koruyamadık Kelkit Vâdisi’ni, Kızılırmak Havzası’nı… Bu ırmakların çevrelerinde zararlı atık bırakacak tesislerin kurulmasında ilgili resmî kuruluşların suç payı büyüktür.

 

Nehirlerimiz

     Susuzluk çeken bölgelerimizin yanı başında el atabilecekleri koca koca nehirler var. Ama ne yazık ki, Kızılırmak’ın suyunun zararlı olduğuna dair televizyon kanallarında açıklamalar yapılmıştır. Zararlı atıklarını geceleyin Yeşilırmak’a salan ve 30-40 ton balığın telef olmasına neden olan zihniyeti de basından okumuştuk.  Ergene Havzası, yıllardır konuşuluyor, durumu iç açıcı değil, bugüne kadar da ciddî önlemler alındığına dair bir açıklama da yapılmadı.

     Göllerimiz kurudukça sazlık alanlarımız azalıyor. Sazlıklardan az da olsa istifade eden bir iş kolu vardır. Üstelik yumurta bırakan hayvanlar için barınaktır sazlıklar. Burada yetişen larva, solucan, kabuklu böcekler ve diğerleri, besin zincirinin halkasıdır. Eksiklikleri, kuşların yok olmalarına yol açıyor.

    Van Gölü’nün suyunu iç kesimlere akıtma ile ilgili önceki yıllarda bir proje düşünülüyordu. Halihazırdaki durumu nedir bilmiyorum ama batıdaki illere su verelim derken Van Gölü’nde bir dengesizliğe yol açar mıyız acaba?

    Irak ve Suriye zaman zaman Fırat ve Dicle Nehirlerinin debisini azalttığı gerekçesiyle Türkiye’yi tenkit etmişlerdi. Gelecekte petrol yerine su savaşlarının çıkacağı söylenir ve buna uygun senaryolar üretilirdi. Hatay’daki Amik Ovası ve Asi Nehri, birbiriyle bütünleşmiş verimli bir tabiat köşesidir. Bugün kurumaya yüz tutmuştur. Kıymetini bilmeyip taşlaştırdığımız bu verimli ova ve nehir, umarım depremle bize bazı hususları hatırlatmıştır.   

    Susuzluk ve arkasından gelen kuraklığı yeni çalışmalar için bir fırsat saymalıyız. Akarsu tabanlarında biriken mil ve tortul maddeleri temizlenmiş; baraj set ve kapaklarının, su verme öncesinde alarm sistemlerinin (son olay birçok canı aramızdan aldı) her türlü bakım ve onarımlarının yapılmış olması gerekir. Yeraltı su rezervlerimizin yeterli olduğuna inanıyorum; ama onun da bir miadı vardır sanırım. Bunların dengeli şekilde yeryüzüne transferi için zaten gerekli çalışmalar yapılıyordur.   

    Kıbrıs, denizin altından inşa edilen boru hattıyla suya kavuştu. Bu büyük bir imkân ve nimettir. Manavgat Şelâlesi’nin Akdeniz’e dökülen suyunu yararlı hale getirmek, İç Anadolu’yu besleyecek şekilde havuzlar ve pompalama istasyonları inşa etmek, Akdeniz sahillerindeki turistik tesis ve otel zincirlerin deniz suyundan tatlı su elde etmek şeklinde çalışmalar da planlanmıştır herhalde?

    Bu yıl şubat ayında Maraş merkezli deprem ve arkasından sel baskınları, oldukça geniş bir bölgeyi vurmuş sağanak yağışlara muhatap olmuştuk. Denize 50-100 m. mesafede olan yerlerde bile göller oluşmuştu. Yoksul insanların evlerini su bastı, eşyaları kullanılamaz hale geldi. Araçlar maddi hasara uğradı.

    Toprağı, suyu ve havayı acımasızca kirletiyor, kaynakları tüketiyoruz. 20-30 sene sonraya hedefler koymalı ve çalışmalıyız. Yoksa başlangıçtaki tümcede Hippokrates’in belirttiği gibi doğa gereğini yapacaktır. 

      

 

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam